Türkiye dünyanın geleceğini şekillendirecek bütün bu gelişmelerin hem coğrafî hem kültürel hem de stratejik olarak tam merkezinde yer alıyor…
Bu ne anlama geliyor peki?
Türkiye’nin ince elenip sık dokunulmuş dikkatli ve derinlikli stratejiler geliştirmesi, bunları adım adım hayata geçirmesi durumunda dünyanın geleceğinin şekillendirilmesinde kilit rol oynayabilir Türkiye.
ÖZNE OLARAK TÜRKİYE DİYE BİR YER YOK!
Elbette bilfiil böyle bir maddî ve manevî güce ve imkânlara sahip değiliz. Ama bilkuvve, yani potansiyel olarak böyle bir güce sahip tek ülkesi biziz bu dünyanın.
Dolayısıyla Batılılar, bütün hesaplarını Türkiye üzerinde ve Türkiye üzerinden yapıyorlar!
Türkiye’nin bu bilkuvve gücünü bilfiil bir güce dönüştürmemesi için iki asırdır Türkiye üzerinde hem dışardan hem de içerden ameliyat üstüne ameliyat, operasyon üstüne operasyon yapıyorlar.
Yaparlar; çünkü Türkiye diye bir yer yok: İnsanlığın önünü açacak bir medeniyet iddiası olan, o iddiasını adıma adım hayata geçirme mücadelesi veren bir
Türkiye, iki asır önce yarı-özne’ydi
; ama bir asırdır,
bütün iddialarını terkettiğini
dünya âleme ilan etti: Tarih yapan bir özne olma özelliğini yitirdi, Batılıların yaptığı tarihte tatil yapan bir nesne’ye dönüştü.
Tam bin yıl dünya tarihini sürükleyen bir özne’den, yüzyıldır Batılıların sürüklediği tarihin önünde sürüklenen bir nesne’ye dönüştü yani.
Bu, bizim fiilen tarihten çekilmemiz anlamına geliyordu
. Türkiye’de
Batılıların özellikle Lozan’da yaptığı
yönlendirme hatta dayatmalarla kurulan
laik devlet, bizim tarihten çekildiğimizin resmen ilan edilmesiydi.
DEVLET NESNELEŞTİ, TOPLUM ÖZNELEŞMEK İÇİN DİRENDİ…
Devlet nesneleşti ama toplum nesneleşmeyi kabul etmedi.
Yarma harekâtları gerçekleştirdi.
Milletin adamları Menderes, Özal, Erbakan ve Erdoğan toplumun özneleşme sürecine öncülük etti.
Son yarım asırlık mücadele, meyvesini verdi; ve gelinen nokta itibariyle bütün sorunlarına, savrulmalara, konformizm biçimlerine, iktidarın bozuculuğuna rağmen,
toplumun ana omurgası İslâmî omurga olarak tezahür etti.
CEMAATLER HEM DİRENİŞİN HEM DİRİLİŞİN KAYNAĞI
Bundan sonra geleceğim nokta önemli.
İki asırdır
Müslüman toplumları cemaatler ayakta tutuyor. Cemaatler, hem sömürgecilere direnişin hem de yeniden dirilişin yegâne adresleri
. Özellikle de tasavvufî cemaatler.
Çünkü
Selçuklu’nun mayasını irfan kardı, Osmanlı’nın ruhunu irfan tecrübesi “kurdu”.
, aynı zamanda, Selçukluyla kurulan, Osmanlı’yla korunan
bin yıllık Ehl-i Sünnet omurganın hem ruhunu hem de sürgit dinamizmini koruyan dinamosu oldu.
Selçuklu, Eyyûbî ve Osmanlı tecrübeleriyle müştereken inşa ettiğimiz bu Ehl-i Sünnet omurga, ortaya koyduğumuz ve bütün medeniyetlere, kültürlere hayat hakkı tanıyan, hepsinden beslenen, hepsini besleyen, hepsinin önünü açan, yaşamasını sağlayan, aşılamamış tek evrensel medeniyet tecrübesini yeşerten; hem de
Müslümanların bin yıl İslâm dünyasını tek Gökkubbe altında birleştirerek, ittihad-ı İslâm’ı
hem zihnî hem rûhî hem maddî ve küresel ölçekte hayata geçirdiğimiz muazzez bir hayat sürdürmelerini mümkün kılan muhkem omurgadır.
CEMAATLER ÇÖKERSE, KÖK KURUR, TÜRKİYE
İşte
son çeyrek asırdır bu İslâmî Ehl-i Sünnet omurga çökertilmeye çalışılıyor…
28 Şubat’tan 15 Temmuz’a gelen ve hâlen bütün şiddetiyle süren bu çökertme operasyonları, hem çok tehlikeli hem de iğrenç boyutlar kazandı…
İslâm tarihinde ilk defa İslâm’ın kurucu kaynakları tartışmaya açıldı, yıkılmaya çalışılıyor fütürsuzca…
Hadislere, mezheplere, İslâm’ın kurucu kaynaklarına karşı İslâm tarihinin hiç bir döneminde böylesine büyük bir saldırı olmadı.
Hadislere saldırı, Hz. Peygambere saldırının ön-aşamasıdır. Sırada Hz. Peygamber var. Sonra sıra Kur’ân’a gelecek…
Kurucu Kaynaklar, bir dinin kök’lerini oluşturur, gök ekini ruhköklerini
.
Köksüz ağaç meyve vermez. Soysuzlar, bize soylu bir gelecek vadedemez.
Eşyanın tabiatına terstir bu.
Temel kaynaklar yıkılınca, tutunacak dal kalmaz: Kitleler, büyük çıkmaz sokağın eşiğine yuvarlanır…
Ortalığı
nihilizm, deizm ve ateizm savrulmaları kaplar: Eğer kurucu temel kaynaklar çökerse, bu savrulmaların önünde kimse duramaz.
Tarih boyunca kurucu temel kaynaklarımızı koruyan ilim, irfan ve hikmet yolculukları oldu.
Medeniyet, kriz yaşamaya başlayınca, bütün dünyayı istila eden, sömürgeleştiren emperyalist Batı saldırısının da etkisiyle Devletler çökünce,
,
Müslümanca yaşama zemin’i
ve hayata Müslüman duyarlıklarını, zevklerini, beğenilerini, duyuş ve düşünüş biçimlerini nakşeden
da buharlaştı, yok oldu. Sonuçta ilim, irfan ve hikmet yolculukları da tarih oldu, son buldu…
Yaşadığımız bu ikinci medeniyet krizinin somut en önemli sonuçlarından biri devletlerin çökmesi ve sömürgecilerin icat ettiği yapay, güdümlü devletlerin zuhur etmesi oldu.
MÜSLÜMANLARI DEVLETTEN TASFİYE ETMEK İSTİYORLAR… GÖZ YUMULAMAZ!
Devletler çöktü ama cemaatler çökmedi
; alttan alta hem sömürgecilere direnişi hem de dirilişi yeşertti.
Müslümanların bağımsız devletleri yok: Batı güdümlü diktatörlükler var ve Müslüman halkların burnundan getiriyorlar, Müslümanların tabiî kaynaklarını emperyalistlere peşkeş çekiyorlar…
Yeni direniş de, yeniden doğuş ve yenilenerek doğruluş da tabandan yani cemaatlerden gelecek…
Bunu çok iyi biliyor Batılı emperyalistler.
O yüzden
Kadıyanîlik gibi, FETÖ gibi, bu kez İslâm’ı, içerden vuracak, küresel sisteme boyun eğdirecek, sahte cemaatler icat ettiler.
15 Temmuz bunun zirve noktasıdır. FETÖyle cemaatleri eşitleyip bütün cemaatleri önce devletten sonra hayattan uzaklaştırmak istiyorlar.
Onun için de önce İslâm’ın kurucu kaynaklarına saldırtıyorlar, sonra da Müslüman oluşumları birbirlerine saldırtacaklar…
Çok sinsi bir operasyon bu!
Oysa elimizde sadece cemaatler kaldı.
Cemaatler de bu büyük medeniyet krizinden nasibini aldı.
İhale peşinde koşturan, siyasanın ve piyasanın peşinden koşturan STK’lara dönüştü ve ruhsuzlaştı, amacından sapmaya başladı…
Bütün bunların hepsi doğru.
Ama asıl görmemiz gereken ve görmekte zorlandığımızı gördüğüm ürpertici gerçek, cemaatlerin hedef tahtasına yatırılmasından geniş Müslüman kitlelerin tedirginlik duymamaları hatta memnun olduklarını söyleyebiliyor olmaları.
Zokayı yuttuğumuzun göstergesi, ürpertici felâket.
Bu mesele en temel ve çetrefilli meselemiz olacak…
Hem kurucu temel kaynakların korunması hem cemaatlerin fitne-fesat tuzağına düşürülerek birbiriyle boğuşmasının önüne geçilmesi hem de cemaatlere operasyon çekilerek Müslümanların devletten bütünüyle temizlenmesi gibi üç temel hayatî meselemiz var üzerinde derinlemesine kafa yormamız gereken.
Son söz olarak uyarıyorum:
Devletleri çökerttiler… Cemaatler de çökerse, her şey biter… Allah muhafaza.
Allah kardeşliğimizi bozmasın, tuzaklara karşı basiretimizi bağlamasın. Amin