Kudüs’te, ilk mabedimiz Mescid-i Aksa kapatılıyor…
Kudüs’ün çocukları isyan ediyor buna…
İsrail’in aşağılık askerleri kadınlara, çocuklara köpeklerle saldırıyor…
Kudüs’te insanlığın onuru çiğneniyor oysa…
Kudüs’te yaşanan, bir yanıyla, daha da büyüyeceği,
dalga dalga yayılacağı anlaşılan büyük bir zulmün, büyük bir felâketin ayak sesleridir…
Ama bir başka yanıyla da,
zorlu bir doğumun sancılı işaretleri…
Tarih zor zamanların çocuğudur.
Hakikat, hak edene lûtfedilir. Hakikati hak etmek için çilesini çekmek, bedelini ödemek gerekir. Çilesi çekilmeyen, bedeli ödenmeyen hakikat kolay elden gider…
Sahte, tam da böylesi zamanlarda devreye girer, bütün ayartıcılığıyla hükmünü icra eder, dünyayı cehenneme çevirecek yapı taşlarını döşer birer birer…
1960’larda Mescid-i Aksa saldırıya uğradığında
uydu devletlerce başlatılan İslâm Konferansı Örgütü girişimi bir işe yaramadı; fiyaskoyla sonuçlandı.
Bendeniz bu yazıda
kalıcı olacak, sonuç doğuracak entellektüel ve kitlesel bir Aksa intifadası çağrısı yapacağım;
fikir, sanat, kültür ve medyada geleceğimizi inşa edecek kısa, orta ve uzun vadeli bir
sunmaya çalışacağım.
Tarihi, devletler değil, kitlelere yapacak önümüzdeki süreçte
çünkü. Bu iyi bilinmeli.
EMNİYET DE TESİS EDİLEMEZ
Önce bazı zorunlu tarihî teorik tahlillerle başlayalım…
Dünyanın yaşadığı felaketlerin, işgallerin, gözyaşının gerisinde
hakikat fikrinin yitirilmesi
gerçeği gizli.
Hakikat fikrinin olmadığı bir yerde, adalet fikri geliştirilemez. Hakikatin olmadığı bir yerde, adalet de emniyet de tesis edilemez.
Hakikatin yitirildiği bir dünyada geliştirilen bütün adalet fikirleri kısa devre yapmaya mahkûmdur.
Hakikat fikri’ne nasıl ulaşacağız peki?
Yaratıcı, Kâinât ve İnsan’dan oluşan büyük varlık zinciri’nin sürgit, muhkem bir şekilde işlemesini ve aslâ alt üst olmamasını sağlayarak…
İnsanlığın insanca bir dünya kurabilmesinin yolu, buradan geçer…
İnsan, yaratılmış bir varlıktır: Alıp verdiği nefes de, ölümü de doğumu da kendi elinde değildir. Dolayısıyla insan, Tanrı rolü oynamaya kalkıştığı zaman azmanlaşır; dünyayı cehenneme çevirecek azmanlıklara soyunmaktan kaçınmaz.
Pagan Batı uygarlığının 2500 yıllık tarihi, buna tanıklık eder.
İnsanın “yaratıcılığı”, insana, Yaratıcı’nın, ruhundan üflemesiyle imkân dâhiline girmiştir. Yaratıcı fikrini yitiren ya da inkâr eden insan, yıkıcı, azman bir yaratığa dönüşmekten kurtulamaz.
Yaratıcı, insana ruhundan üflemekle,
ve
vermiştir;
hilâfetin (Allah’ın “vekilliği”nin)
ve
emanetin (Allah’ın insana yüklediği yükümlülüklerin, mükellefiyetlerin
) yerine getirilmesi de bir şarta, olmazsa olmazsa şaşmaz bir hakikate bağlı kılınmıştır:
; yani kulluk şuuru.
Unutmayalım:
. Ve en yüce kul, âlemlere rahmet olarak gönderilen sevgili peygamberimiz Muhammed Mustafa’dır (sav).
Kulluk, köleleşmek değildir; aksine, Allah’ın dışında hiç bir güce, nesneye, hiç bir şeye kul-köle olmamak, boyun eğmemek demektir
. Kişi için de, insanlık için de Hakikî özgürlük tam da burada/n başlar…
Hakikat fikrini, hakikat fikrinin merkezini oluşturan Yaratıcı fikrini yitiren insan, kulluk fikrinden yoksun insan,
tanrılaşmaya soyunmaktan, azmanlaşmaktan, dünyayı talan etmekten, cehenneme çevirmekten kurtulamaz.
Hakikat fikrinden yoksun bir uygarlık, gücü, güç üreten araçları, güç üreten bilimi, askerî teknolojiyi kutsar. Araçları amaçların önüne geçirir. Amaçları bitirir ve yitirir zamanla.
Bunun sonucu, gücü ele geçirdiğinde, insanlığa kan kusturmak şeklinde tezahür eder. Kaçınılmazdır bu.
Yaklaşık dört asırdır küre ölçeğinde yaşanan,
Batılıların bütün dünyaya yaşattıkları felâket, insanlık tragedyası tam da budur:
Batılılar, bütün dünyayı sömürgeleştirdiler; bütün medeniyetlerin kökünü kazıdılar; hiç bir dine, kültüre, medeniyete hayat hakkı tanımadılar.
Dünyayı cehenneme çevirdiler, yaşanılamaz hâle getirdiler; ama “başkaları cehennemdir” diyerek, başkalarını, özellikle de Müslümanları hedef tahtasına yatırdılar, Müslümanlara kan kusturuyorlar iki asırdır.
Başka dinlere, kültürlere, medeniyetlere hayat hakkı tanıyan, temasa geçilen
bütün medeniyetlerden beslenen, hepsini besleyen, insanlığın önünü açan tek evrensel medeniyet tecrübesini biz armağan ettik insanlığa.
Mekke’den ve Medine’den süt emen, Kudüs’te hayata geçirilen, Osmanlı’da kâmil noktasına ulaştırılan aşılamamış, anlaşılmamış, anlaşılamadığı için aşılamadığı da anlaşılamamış bir medeniyet tecrübesi bu.
Dâru’l-İslâm / İslâm Yurdu, Dâru’s-Selâm / Sulh ve Selamet Yurdu ve Dâru’l-İnsan / İnsanlık Yurdu
temelleri üzerinde yükseldi bu tecrübe. Tarihte hiç bir medeniyetin başaramadığı ufuk çizgisi bu.
bu aynı zamanda.
Bu kriterleri yalnızca Müslümanlar geliştirmiştir.
O yüzden Kudüs, Müslümanların idaresi altında olduğu zaman gün yüzü görmüştür; yarın da öyle olacaktır.
Oysa Yahûdîler de, Hıristiyanlar da Kudüs’e hâkim olduklarında, Kudüs’ü de, dünyayı da cehenneme çevirmiştir.
YATIRILMASININ NEDENLERİ…
Neden Müslümanlar hedef tahtasına oturtuluyor peki?
Hakikat fikrine yalnızca Müslümanlar sahip olduğu için.
İslâm’ın gücü, güce değil hakikate dayandığı, hakikati hiç bir gücün nihâî olarak yok edemeyeceği iyi bilindiği için.
Tam da bu nedenle, Batılılar, bütün dinleri fosilleştirdikleri ve dize getirdikleri hâlde, İslâm’ı fosilleştiremedikleri ve dize getiremedikleri için
doğrudan İslâm dünyasını, dolaylı olarak da İslâm’ı hedef tahtasına yatırıyor
, İslâm’ı dize getirmeye, dönüştürmeye, sahte, paralel din’ler icat etmeye çalışıyorlar…
En önemlisi de, İslâm dize getirilemediği, dönüştürülemediği, fosilleştirilemediği zaman, eninde sonunda,
yeniden gelecek, tarihin akışını değiştirecek, dışlayıcı değil kucaklayıcı, herkese hayat hakkı tanıyan bir medeniyet fikrini yeniden armağan edecek insanlığa.
Biz gelince, onlar gidecek… Korkuları bu Batılıların.
O yüzden kan kusturuyorlar ve ölümcül darbeyi vurmak için İslâm dünyasını içerden ve dışardan kuşatıyorlar, cehenneme çevirmeye çalışıyorlar…
Ama bütün bunlar, boşuna.
Bütün bunlar, zorbaların son çırpınışları.
Buradan yeni bir Doğum gerçekleşecek, bu zorluktan muazzez bir rahmet tecellî edecek Allah’ın izniyle…
Yaşadıklarımız, Doğum sancılarıdır.
Bütün doğumlar, sancılıdır. Sancısız Doğum olmaz.
CEMAATLERİ BOŞUNA HEDEF TAHTASINA YATIRMIYORLAR!
Peki ne yapacağız? Nasıl toparlanıp yeniden ayağa kalkacağız?
Önce şunu bileceğiz: İslâm dünyası, iki asırdır bağımsız değil; köle.
Mevcut devletlerle kalıcı, köklü adımlar atılamaz. Mevcut devletlerin ipi Batılıların elinde.
İki asırdır, İslâm dünyasının onurunu cemaatler koruyor.
Elbette cemaatlerin de çok köklü sorunları, açmazları, hâl yoluna koymaları gereken büyük meseleleri var.
Ama sömürgecilere karşı direnişi cemaatler verdi. Diriliş tohumlarını cemaatler ekti, ekiyor…
O yüzden Batılılar, Türkiye’de 15 Temmuz’la birlikte, Arap dünyasında Katar kriziyle birlikte, Hint-Pakistan coğrafyasında Afganistan işgaliyle birlikte
cemaatleri hedef tahtasına yatırdılar…
Cemaatlerin hem köklerini, kaynaklarını kurutmaya hem de birbirleriyle ilişkilerini koparmaya, sıfırlamaya çalışıyorlar…
Şunu unutmayalım: İslâm medeniyetini ayakta tutan üç sacayağı vardır:
İlmiye, kalemiye / bürokrasi, seyfiye / askeriye.
Devletlerin ipi Batılıların eline geçince, kalemiye de, sayfiye de işlevini yitirdi, ilmiye körleştirildi.
İlmiyenin üstlendiği rolü cemaatler üstleniyor İslâm dünyasında.
İhvan’dan Cemaat-i İslâmî’ye, Türkiye’deki tasavvufî hareketlerden diğer cemaatlere kadar bütün cemaatler
hem fikrî hem sosyal hem de siyasî hayatın İslâmî temeller üzerinden şekillendirilmesi ve sürdürülmesi görevini yerine getiriyor…
Cemaatlerden bağımsız fikir, sanat ve siyaset hareketleri var elbette. Ama cemaat fikrinden, bütün Müslümanları ümmet olarak gören “
”nden bağımsız değil hiç bir fikir, sanat, siyaset ve kültür hareketi.
NASIL TOPARLANIP AYAĞA KALKACAĞIZ? İŞTE KALICI VE KÖKLÜ BİR YOL HARİTASI…
Buradan geleceğim nokta önemli…
İspanya iç savaşı patlak verdiğinde, Batı’daki bütün yazarlar, sanatçılar, düşünürler faşist İspanya rejimine karşı topyekûn harekete geçmişlerdi. Ve savaşın seyrini değiştirmişlerdi.
İslâm dünyasının yazarları, ilim ve fikir adamları, kültür, sanat ve medya temsilcileri de Kudüs için harekete geçmeli, İsrail’in zulmünü kınayan, çıkış yolları sunan ortak bildiriler ve daha uzun soluklu ortak metinler hazırlamalı.
Bu meseleye birazdan daha ayrıntılı olarak gireceğim. Ama önce genel olarak yapılması gerekenlerin haritasını çıkarmak istiyorum.
1-İslâm dünyasında, cemaatlerle doğrudan veya dolaylı olarak ilişkili
fikir, sanat, medya ve kültür dünyasının temsilcileri tek ses tek yürek olmalı, büyük işbirliği projeleri geliştirmeli.
2-The Economist, Time, Newsweek gibi, hem dünyanın sorunlarını hem Müslümanların sorunlarını ortak bir dille, ortak bir platformda, bütün dünyaya aynı anda ulaştıracak,
güçlü fikir adamlarıyla, ilim adamlarıyla tartışacak, çözüm yolları önerecek İngilizce, Arapça, Türkçe ya da aynı anda çok dilli yayın yapacak haftalık nitelikli, etkili dergiler çıkarılmalı.
3-Bütün Müslümanlara hitap eden, saygınlığı olan, dünyanın kayıtsız kalamayacağı küresel televizyon kuruluşlarımız
yok.
, yeni dönemde, bölgesel ve küresel ölçekte yayın yapacak şekilde yeniden yapılandırılmalı,
mazlumların, gönül coğrafyamızın sesi olmalı
ve İslâm dünyasında benzer televizyon kuruluşları kurulmalı.
4-İnternet ortamı,
sanal medya güçlü bir şekilde ortak sesimiz, nefesimiz olacak
büyük projeler için seferber edilmeli.
5-
Sinemacılar, müzisyenler, yazarlar, fikir adamları, ilim adamları ortak geleceğimizi nakış nakış işleyecek ortak işbirliği projeleri geliştirmeli
, ortak gündemlerle düzenli olarak toplantılar düzenlemeli, fikir alış-verişi trafiği hızlandırılmalı, geleceğimizin tohumları ortaklaşa projelerle atılmalı.
6-
Üniversiteler, enstitüler arasında işbirliği artırılmalı.
Geleceğimizi kuracak ortak üniversiteler, enstitüler inşa edilmeli, medeniyet fikriyatının temelleri ortaklaşa atılmalı.
Sorunlarımıza kalıcı çözümler geliştirmeli bu eğitim ve fikir kurumları…
GELECEĞİ DEVLETLER DEĞİL KİTLELER VE SİVİL OLUŞUMLAR BELİRLEYECEK
Geleceği, devletler değil, kitleler, yani sivil oluşumlar, girişimler ve atılımlar belirleyecek…
Sınırların aşılmasıyla birlikte, devletlerin etkinliği izafîleşti.
Sivil hareketler, sivil girişimler, dolayısıyla kitleleri harekete geçirecek sivil oluşumlar, toplumların kaderinde daha etkili olacak…
Böyle bir sürece girdi dünya. Ama Müslümanlar küresel ölçekte burada yoklar.
Oysa
Müslümanlar bu yeni durumu farkettiklerinde ve değerlendirmeye başladıklarında, dünyanın kaderi değişecektir.
Çünkü bu yeni durum, bizim için, özellikle de biz Müslümanlar çok iyi bir imkân aynı zamanda.
Hem cemaatler, hem fikir, sanat, medya, kültür kuruluşları, kitleleri bilinçlendirecek, ümmet bilincini, medeniyet fikrini yeşertecek kalıcı ve köklü işlere odaklanmalı…
KİTLESEL KUDÜS İNTİFADASI
Mevcut uydu devletlerle bir yere kadar…
Kitleler kendi kaderlerini kendileri belirlemenin yollarını araştırmalı.
1-Öncelikli olarak Kudüs meselesi gündeme alınmalı derhal. Deyim yerindeyse
küresel entelektüel ve kitlesel bir Kudüs intifadası başlatılmalı.
2-Kudüs meselesinde
İslâm dünyasının yazarları, ilim, fikir ve sanat adamları derhal ortak bir bildiri
yayınlamalı, İsrail şiddetle kınanmalı, dünyanın sessizliği şiddetle kınanmalı.
3-Kudüs’le ilgili bu tür
bildirilere Batı’dan, Çin’den, Hindistan’dan, Rusya’dan, Latin Amerika ve Afrika’dan yazar, düşünür ve sanatçıların da destek vermeleri
, imza atmaları sağlanmalı.
4-İslâm dünyasının, yazar, düşünür, sanatçı ve ilim adamları
Kudüs’ün, Filistin’in genelde İslâm dünyasının sorunlarını mercek altına alacak kısa, orta ve uzun vadeli ortak eylem planları
hazırlamalı, ortak programlar düzenlemeli, devletlere baskı yapılmalı, yapay coğrafî duvarlar yıkılmalı, ortak geleceğimizin yapı taşlarını döşeyecek büyük işlere ortaklaşa soyunulmalı…
Yolumuz uzun, ama iyi hazırlanırsak, bu uzun ve zorlu yolculuğu yeniden doğuş ve yenilenerek doğruluşun imkânına dönüştürebiliriz… Allah’ın izni ve keremiyle…