Batılılar, Türkiye’nin etrafını cehenneme çevirdiler...Hedef,Türkiye’nin toparlanıp taze bir medeniyet yürüyüşüne soyunmasını önlemek, hatta imkânsızlaştırmak.Öte yandanTürkiye hızla sekülerleşiyor...Özellikleİslâm’la ilişkisi sıfırlanan, aidiyet bilincini kaybeden bir genç kuşak geliyor...Böyle giderse, geleceği kaybederiz...İzini sürmemiz gereken soru,Türkiye’nin, daha fazla vakit kaybetmeden, hızla yeniden İslâmî bir dünyaya ve hayata kavuşmasını nasıl sağlayabiliriz, yakıcı sorusudur.BATILILARIN
Batılılar, Türkiye’nin etrafını cehenneme çevirdiler...
Hedef,
Türkiye’nin toparlanıp taze bir medeniyet yürüyüşüne soyunmasını önlemek
, hatta imkânsızlaştırmak.
Öte yandan
Türkiye hızla sekülerleşiyor...
Özellikle
İslâm’la ilişkisi sıfırlanan, aidiyet bilincini kaybeden bir genç kuşak geliyor...
Böyle giderse, geleceği kaybederiz
İzini sürmemiz gereken soru,
Türkiye’nin, daha fazla vakit kaybetmeden, hızla yeniden İslâmî bir dünyaya ve hayata kavuşmasını nasıl sağlayabiliriz
, yakıcı sorusudur.
BATILILARIN DÜNYAYI DEMİR-
Dünyada, bölgemizde ve ülkemizde
yaşanan sorunların temelinde, Batı uygarlığının, gücü putlaştırması ve geliştirdiği güçle bütün medeniyetlerin kökünü kazıma saldırısı üretmesi
olduğu gerçeği yatıyor ama bu yakıcı gerçeği görecek, konuşacak, tartışacak çapta bir entelijansiya yok bu ülkede.
Batı uygarlığı, modernlikle birlikte geliştirdiği meydan okumayla, üç asır gibi kısa bir zaman dilimi içinde, ele geçirdiği ekonomik, teknolojik ve askerî güçle bütün medeniyetlerin kökünü kazıdı.
Tarihte, hiçbir medeniyet,
Batı uygarlığının bütün medeniyetlerin kökünü kazımasına benzer bir
saldırı üretmedi insanlığa ve başka medeniyetlere karşı
. Batı uygarlığının ürettiği bu topyekûn saldırı, medeniyetlerin varlık nedenlerini ve temellerini yerle bir etti, insanlığın geliştirdiği medeniyetleri tarihten sildi.
Batı uygarlığının yıkıcı saldırısından İslâm dünyası ve ülkemiz de nasibini aldı. Sonuçta,
medeniyet coğrafyamız ve ülkemiz, iki asır önce, İslâm’ı kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya kaldı.
Gelinen noktada,
Batı uygarlığı, ürettiği saldırıyla, bütün dünyayı seküler-kapitalist kafese girdirdi:
Ve gücü, güç üreten araçları ele geçirme güdüsünü, bütün insanlığın yegâne varoluş nedeni hâline getirdi.
Sadece
kitleler değil, aydınların büyük bir bölüğü de, bu dünyada varolmanın tek şartının gücü, güç üreten araçları üretmekten geçtiğine inanıyor artık!
GÜCE DEĞİL HAKİKATE DAYALI YENİ BİR MEDENİYET YOLCULUĞU İÇİN...
Elbette ki, gücün kutsandığı ve putlaştırıldığı bir çağda, varlığınızı koruyabilmeniz için belli bir güce ulaşmanız kaçınılmaz. Ama atlanmaması gereken
asıl mesele, tarihin yalnızca güce dayandığı, güçle ayakta durduğu masalı.
Oysa tarihe kalan,
insanlığın önünü açan medeniyetler, gücü değil hakikati, dolayısıyla adaleti eksene alan medeniyetlerdir
. Bugün Roma’nın, Mısır’ın tarihin mezarını boyladığını söylemek bile gerekmiyor.
Bugün yalnızca İslâm dünyasının dirilik ve direniş emaresi gösterdiği, yeniden toparlanma imkânlarını yitirmediği gözleniyor...
İnsanlığın insanca bir dünyaya kavuşmasını sağlayacak en muhkem, en asil dinamikleri sadece İslâm’ın insanlığa sunabilecek diriliğe sahip olduğunu,
dünyada seküler-kapitalist sapmaya yalnızca yaralı İslâm dünyasının direniyor olması gerçeği
göstermeye yetiyor olsa gerek.
O yüzden
Batılı emperyalistlerin, geleceğin dünyasını bizim gelişimizi durdurma projesi üzerine kurmaya çalıştıklarını ve o yüzden İslâm dünyasını cehenneme çevirdiklerini
görmek gerekiyor.
İSLÂM’IN KONUMU VE GELECEĞİ...
Dünyanın, bölgemizin ve ülkemizin karşı karşıya kaldığı, içinden çıkamadığı, aksine, sürgit kangrene dönüşen, karmaşıklaşan ve ağırlaşan en temel sorunu,
, İslâm’ın, tarihin akışını şekillendirecek bir konuma ulaşıp ulaşamayacağı meselesi.
Ülkemizin geleceği, İslâm’ın bir aktör olarak yeniden hayatımızın akışını, hayatımızın her alanını, önümüzü açacak şekilde belirleyici bir konuma yerleşebilmesine bağlı
Sadece ülkemizin değil, bölgemizin hatta dünyanın geleceği de aynı şekilde İslâm’ın tarihin akışını şekillendirebilecek bir konuma ulaşmasına bağlı.
Eğer dünya tarihinin şekillenmesinde son iki yüzyıla kadar kilit rol oynayan İslâm, yeniden tarihî rolünü oynayamazsa, ülkemizi de, bölgemizi de, dünyayı da büyük bir felâketin beklediğini iyi bilelim.
Dünyaya da, bölgemize de, ülkemize de iki asırdır yalnızca Batılılar, Batılı kavramlar ve kurumlar şekil ve çeki düzen veriyor...
İslâm’ın, oynaması gereken tabiî rol engellenmeye çalışıldığı sürece dünyanın, özellikle de bölgemizin ve ülkemizin günyüzü görebilmesi
, her anlamda ve her alanda huzura ve sükûna kavuşabilmesi ve geleceğe emin adımlarla yürüyebilmesi, insanlığın gelişimine önaçıcı katkılarda bulunabilmesi ham hayalden ibaret olmaya devam edecektir.
Bu ülkede İslâm’ın yeniden geleceğimiz olmasını nasıl sağlayabiliriz? Üzerinde kafa patlatmamız gereken asıl yakıcı mesele bu işte.
Sonraki yazılarda bu yakıcı mesele üzerinde imal-i fikirde bulunacağım.
Burada yapmamız gerekenlerle ilgili olarak sadece şu kadarını söylemekle yetiniyorum.
İki olmazsa olmaz şeyi aynı anda yapmak zorundayız.
, her ne sûretle olursa olsun, önümüzü açacak, dünyayı iyi tanıyan, çağrısı çağını kuracak, bize yol haritası çıkaracak, hiçbir kınayıcının kınamasına aldırış etmeden yalnızca hakikatin izini sürecek
ilim, irfan ve hikmet yolculuklarına çıkacak bir öncü kuşak yetiştirmek...
da,
toplumun hızla sekülerleşmesinin önüne geçecek, İslâmî varlığını, kimliğini ve ruhunu koruyacak yılmayacak ve yıkılmayacak samimî ve sahici bir Müslüman toplum inşa etmek...
Eğer bu iki olmazsa olmaz yolculuğu yapamazsak, bu ülkede İslâm’ın geleceğinin tehlikeye gireceğini ve zamanla bu ülkenin celladına âşık tasmalı çekirgelerin marifetleriyle leş kargalarına yem edileceğini aslâ gözardı etmeyelim
, diyorum.