Önümüzdeki 10 yılda gelecek 100 yılın tohumlarını ekemezsek,yok oluruz, demiştim.Başta eğitim olmak üzere, fikir, sanat, kültür, medya ve gençlik’te medeniyet dinamiklerimiz ekseninde devrim yapamazsak, yaptığımız maddî atılımların hepsi boşa gider; geleceğe emin adımlarla yürümeyi geçtim, varlığımızı sürdürebilmemiz de tehlikeye girer...Bu arada umudunu bize bağlayan mazlum ümmetin umutları da suya düşer.10 yılda âcilen yapmamız gereken hayatî işlerden biri şehir meselesine eğilmek…Unutmayalım:
Önümüzdeki 10 yılda gelecek 100 yılın tohumlarını ekemezsek,
, demiştim.
Başta eğitim olmak üzere, fikir, sanat, kültür, medya ve gençlik’te medeniyet dinamiklerimiz ekseninde devrim yapamazsak, yaptığımız maddî atılımların hepsi boşa gider; geleceğe emin adımlarla yürümeyi geçtim, varlığımızı sürdürebilmemiz de tehlikeye girer...
Bu arada umudunu bize bağlayan mazlum ümmetin umutları da suya düşer.
10 yılda âcilen yapmamız gereken hayatî işlerden biri şehir meselesine eğilmek…
Unutmayalım: Medeniyetler, şehirlerde yeşerir.
İlkemiz şu olmalı burada:
Din, mekke’de hayat bulur; medine’de hayat olur; medeniyet sürecinde de hayat sunar
bütün insanlığa ve varlığa...
Bir yandan, biz, kendimiz,
kendi ellerimizle, ruhsuz ve acımasız bir şekilde, şehirlerimizi yok ediyoruz, öldürüyoruz…
Öte yandan,
medeniyetimizin kurucu ve koruyucu şehirleri Bağdat, Şam, Musul, Halep, Kerkük, Kâbil birer birer harabeye çevriliyor gözümüzün içine baka baka!
Bir Londra’nın, Paris’in, Viyana’nın, Roma’nın, dünyanın gözünün içine baka baka yok edildiğini düşünebiliyor musunuz?
Daha önce yayımlanan bu yazımı gözden geçirerek yeniden yayımlama ihtiyacı hissettim: Artık hem şehirlerimizi özene bezene korumak hem de yeniden güvenilir, âdil, tertemiz yeni müslüman şehirler inşa etmek için kollarımızı sıvamak zorunda olduğumuzu iliklerimize kadar hissettiğimiz bir süreçte, önce
fikri, sonra da
Müslüman şehir / medine tasavvuru
konusunda dişe dokunur bir iki cümle kurmanın yararlı olacağını düşündüm.
Öncelikle, burada
kent ile şehri ayrı anlamlara sahip iki ayrı “dünya”
olarak görmemiz gerektiğini hatırlatmak istiyorum bir kez daha.
Kaldı ki, Batılı düşünürler bu meselede zihin açıcı fikirler geliştirdiler. Sözgelişi, parlak çağdaş düşünürlerden
Deleuze, kent’i / city’yi,
metaforuyla,
medine’yi / şehir’i “galaksi”
metaforuyla açıklar.
Bu ayırım, son derece kışkırtıcıdır; bu mesele üzerinde çok yazdığım için bu kadarla yetiniyorum burada.
üler kentlerin “ölü mezarlıkları andırdığını”
söylerken hiç de yabana atılmaması gereken bir tespitte bulunur.
Sekülerleşmenin ürünü kentleşme, ş
öldürdü çünkü. Sadece şehri değil; insanı da.
Buradaki
görüyor olmalısınız:
Modernleşme, doğuşunu kentlere bor
aslında: Kentleşme olmasaydı, modernleşme de olamazdı. Modernleşme, kentlerle varoldu; ama şehri de, şehrin tabiî çocuğu insanı da yok etti.
Modernleşme / sekülerleşme serüvenimizi, bir de kimliksiz ve ruhsuz kentlere dönüştürülen şehirlerimizin yok oluş serencamı üzerinden okuyabiliriz.
bizim yaşadığımız derin tarihî tecrübenin ürünü değildi: Kenti, biz, her şey gibi, Batı’dan ithal ettik. O yüzden
ürkiye’de tutmadı; şehri de tuzla buz etti.
Peki,
kent, Batı’da tuttu mu? Tuttu ama insanı da yuttu
bu arada.
İnsansa, kentte, kendini de, kendi hakikatini de, hakikatin kendisini de unuttu
tabiatıyla.
, kalabalık yığınlardan oluşan
modern insanın sürgün yeri
aslında: İnsanın insan olabilmesi, kalabalıkların ortasındaki sürgün yerinde yitirdiği insanî özelliklerini hatırlayabilmesi için, kentten, kent sürgününden kurtulabilmesi şart.
Atina’nın Polis’inden modernliğin metropolis’ine, çağımızın megapolis’ine kadar
yaşadığı serüvenle, insan, kentin yerine, yerli yerince yerleşebileceği yeni yerler, muhkem, sarsılmaz yerleşim alanları arayışına soyundu: İşte adına
veya
dediğimiz
, bu arayış çabasının bir sonucu.
Peki sanal-kent ya da net-ro-polis ne, nasıl bir yer?
Kentin de öldüğü bir yer;
. Bir
. Kentin de, insanın da, hakikatin de, fizik gerçekliğin de buharlaştığı, sırra kadem bastığı bir
ebelik, tastamam bir göçüş, bir g
Oysa
, bütün varlıkların, bütün hakikatlerin, bütün farklılıkların ve çeşitliklerin yaşanabildiği, tecrübe edilebildiği
sürekli varoluş ve diriliş mekânı
.
Yaratıcı’nın müdahalesine her ân hazır, tabiatın yemişlerini devşirmeye her zaman hazırlıklı bir
: Şehir / medine, yalnızca Müslümanlara özgü bir varoluş, bir tekevvün imkânı.
Çünkü
şehir / medine, her şeyden önce peygamberlerin yurdu.
Kutlu kitabımızda,
bütün peygamberlerin şehirlere gönderildikleri
açıkça vurgulanır: Çünkü
ıklar âleminin özü ve özetidir.
İnsan da, zübde-i âlemdir
: Âlemin, tabiatın ve
ıkların dengesini korumak
, sadece insanlar arasında,
sadece inananlar arasında değil, bütün yaratılmışlar arasında mizanı, dengeyi, ölçüyü, adaleti temin ve tesis
etmek ve teminat altına almakla mükellef kılınmıştır insan.
İnsan, varlıklar âleminin bir parçası olduğu ve varlıklar âleminde
Allah’ın adaletini tesis etmekle yükümlü
kılındığı için, insanın, inanan insanın başka insanlara da, başka varlıklara da, tabiata da zarar vermesi, diğer insanlar ve varlıklar üzerinde de, tabiat üzerinde de
tahakküm kurması düşünülemez
. İnsan bu yükümlülüğünü yerine getirdiği ölçüde
olur.
Bu nedenle
, kendisine emanetin yüklendiği, emniyeti teminat altına almakla yükümlü kılındığı mesuliyetleri yerine getirdiği yer olabildiği ölçüde, insanı, inanmış insanı yansıtır.
Tıpkı inanmış insan gibi,
Müslüman şehir de mütevazidir; âdildir; ilmin şehridir; güvenilirdir
: O yüzden
Müslümanların yurdu, darus’s-selâm
olarak adlandırılır.
İşte bu nedenledir ki,
bugüne kadar farklı dinlere, kültürlere ve inan
lara mensup toplulukların bir arada, sulh ve bütünleşme ortamı i
inde yaşayabildikleri şehirleri Müslümanlar inşa etmiştir
yalnızca.
Sözgelişi, Osmanlı İstanbul’unun, Kudüs’ün, Saraybosna’nın, Üsküp’ün, Kurtuba’nın, Kahire’nin, Bağdat’ın ve Şam’ın benzerleri başka medeniyetlerde görülememiştir. Farklılıkların tecrübe edilebildiği, farklılıklardan yararlanılabilen,
farklılıkların farklılıklarını zenginlik ve derinlik olarak sunabildikleri şehirler yalnızca Müslüman şehirler olmuştur.
Ancak bugün
ne yazık ki, varlıklarını, canlılıklarını sürdürebilecek bir medeniyet ruhuna,
medeniyet şuuruna ve medeniyet iddialarına sahip olmaktan uzak oldukları i
…
Özetle,
yeniden Müslüman şehirler inşa edemediğimiz sürece, dünyaya insana dair hi
öyleyemeyeceğimizi, yeniden ve taze ruh üfleyecek şekilde yenilenerek gelemeyeceğimizi iyi bilelim,
derim. Vesselâm.
#Müslüman
#Medine
#Saraybosna
#İstanbul
#Osmanlı