Yıkamazdık; çünkü burası,
ezberlerin hükümfermâ olduğu, zihnin felçleştiği çorak bir ülke.
En büyük ezber şu: “
Batılılar, bilim ve teknolojide ilerlediler, dünyaya hâkim oldular. Müslümanlar, Batı’yı takip edemediler, bilim ve teknolojide geri kaldılar, yok oldular.
”
Bu cümle, son iki yüzyıldır, özellikle de son bir asırdır tek âmentümüz!
Üstelik de sadece seküler, Batıcı kesimlerin değil bütün İslâmî kesimlerin aynen paylaştıkları, inandıkları yegâne âmentü!
İnanılır gibi değil gerçekten.
Bu toplumun aydınlarından kitlelerine kadar nasıl bir entellektüel körleşme, zihnî felçleşme yaşadığını gösteren ürpertici bir savrulma.
SEKÜLER ENTELEKTÜEL ÇEVRELER DE, İSLÂMÎ ENTELEKTÜEL ÇEVRELER DE AYNI YERDE!
İki asırdır
Batıcı / seküler kesimler, İslâm’ın “ilerlememize engel olduğunu, bizi geri bıraktırdığını” söyleyegeldiler...
İslâmî kesimlerse, İslâm’ın ilerlemeye engel olmadığını, müslümanların “geri kalma”sının nedeninin İslâm olmadığı ezberini tekrarlayıp durdular...
İki asırdır, bu iki ezber
, temcit pilavı gibi dillere pelesenk edilmiş, her fırsatta tekrarlanıp duruyor...
Oysa seküler kesimler de, İslâmî kesimler de bu noktada aynı yerde durduklarını, aynı şeyi söylediklerini fark edemeyecek kadar
yaşadıklarını göremeyecek bir
içindeler...
Seküler kesimler “İslâm’ın ilerlemeye engel olduğunu” söylerken de, İslâmî kesimlerse, “İslâm’ın ilerlemeye engel olmadığını” söylerken de
aynı yerde duruyor, aynı şeyi söylüyorlar: İlerlemeyi
, dolayısıyla
eksene alarak konuşuyor, ilerlemeyi ve Batı’yı özneleştiriyor İslam'ı nesneleştiriyor kısacası her iki kesim de ilerlemeyi ve Batı'yı kutsuyorlar!
Bu, zihnî felçleşme değil de nedir peki?
BİLİMİ KUTSARSANIZ, BİLİM FELÂKET KUSAR...
Öncelikle şunu söylemek gerekiyor:
İnsanın amacı, güce sahip olmak değildir
. Eğer insanın amacının güce sahip olmak olduğunu düşünürseniz, dünyayı
orman kanunlarının hâkim olduğu
bir yer olarak kabul etmiş olursunuz.
Gücü ele geçirme güdüsüyle hareket ederseniz, gücün sizi güdecek bir konuma ulaşmasını önleyemezsiniz
. Aracı ele geçirme güdüsü amaç hâline gelir, araç amacın önüne geçer, bu da hem insanın araçların, güç üreten araçların, bilim ve teknolojinin kölesine dönüşmesine hem de hayatın çölleşmesine ve ruhsuzlaşmasına yol açan yapı taşlarını döşer birer birer...
Bilimi kutsarsanız, bilim, felâket kusar
sonunda kaçınılmaz olarak. Dünyayı cehenneme çevirir.
Bilim, dinin yerine yerleşir
, dinin kullandığı kavramları ve dili kullanmaya başlar...
İşte o zaman bilim, bilim olmaktan çıkar, haddini aşar, insanı kölesi hâline getirir; insanı da insanlığından çıkarır, hayatı çölleştirir...
Bu gerçeği bütün birinci sınıf düşünürler görmüştü bir asır öncesinden.
Örneğin
,
bilimin dinin yerini aldığından ve “bilim kilisesi”ne dönüştüğünden
sözetmiş ve
bilimin / aracın, dolayısıyla gücün kutsanmasının dünyayı nihilizm felâketinin eşiğine sürükleyeceğini haykırmıştı.
Benzer gözlemleri, Nietzsche’nin tek hakîkî şakirdi
, daha yüksek sesle haykırmış,
“
”a dönüştüğünü ilan etmişti.
“BİLİMLE, İNSANI ANLAYAMADIK, ÇIKMAZ SOKAĞA SAPLANDIK”
Bu yakıcı gerçeği
Fransız filozof Christian Delecampagne
, “20. Yüzyıl Felsefe Tarihi” adlı kitapta çarpıcı bir dille şöyle özetleyecekti:
“
Teknoloji, tıp ve eğitim alanındaki ilerlemeler sayesinde Avrupa’da insanlar, Aydınlanma’nın zaferine şahit olduklarını düşünüyorlardı.
”
Peki nereye sürükledi bu ilerlemeler Avrupalıları ve insanlığı?
Cehennemin eşiğine, elbette.
, bu dehşetengiz durumu, çok özlü bir şekilde bir cümleyle şöyle tasvir eder:
“20. Yüzyıl, diğer yüzyıllarla kıyaslandığında, kabarık siciliyle dehşet dalında Nobel’i kaçırmazdı.”
(Türkiye İş Bankası Yayınları, 2016, sayfa 1).
Elbette, yok olmamak için belli bir bilimsel ve teknolojik güce ulaşmak için çalışacağız. Ama “geri kaldık”, “ilerleyemedik” diyerek gücü, güç üreten araçları, amaçların önüne geçirirsek, hakikati yitirir, biz de Müslüman toplumlar olarak, tıpkı Çin gibi, Hindistan gibi,
bilimin ve teknolojinin fahişesi kapitalizmin kölesine
dönüşür hakikat yolculuğuna çıkamaz, insanlığın su kadar ekmek kadar ihtiyaç duyduğu
hakikati insanlığa yeniden sunma imkânlarımızı kaybederiz.
Aslolan bilim, teknoloji, dolayısıyla güç üreten araçlara hâkim olmak değil.
Aslolan hakikatin izini sürmek, daha âdil ve yaşanabilir bir dünya sunmaktır insanlığa.
Araçları amaç hâline getirenler, bunu başaramayacaklarını, dünyayı ve kendilerini araçların kölesi hâline getirerek, orman kanunlarının hükümran olduğu bir cehenneme dönüştürerek çok iyi ispat ettiler.
Eğer bizi perişan eden ilerleme putunu yıkamazsak, “geri kaldık” masalını terkedemezsek, Batılıların insanlığı felâketin eşiğine sürükleyen çıkmaz sokaklarına sapmaktan kurtulamaz,
hakîkî ilerlemeyi insanın olgunlaşması, kemal merdivenlerini tırmanması
, insanca bir dünya kurma çabası olarak göremezsek hakikati de kaybederiz.
Kutsanan bilimin ve maddî ilerlemenin insanlığı getirdiği çıkmaz sokağı
,
, çarpıcı bir şekilde şöyle özetler:
Dış dünyaya, tabiata hâkim olduk. Bu noktada büyük başarılar elde ettik. Ama insanı, insanın iç dünyasını anlama konusunda sınıfta kaldık, bilim bu konuda başarısız oldu. İnsanı anlayamadık. Çıkmaz sokağa saplandık.
(Fikirler Tarihi, Yapı Kredi Yayınları, 2017: s. 1021-1059).
Sözün özü: Bilim, nitelikle değil nicelikle ilgilenir. Nitelikle ilgilendiği zaman da nicelikselleştirerek ilgilenir.
Bilimle, hele de fizikötesini yok sayan, hayatı sadece görünür / fizik alana hapseden seküler bilimle, dünyayı modern veya postmodern
sekülerliğin anlamsızlık hapishanesine hapseder, ayartıcı tekno-paganizim mezarına gömer, orman kanunlarının hâkim olduğu, gücün kutsandığı, hakikatin buharlaştığı ontolojik şiddetin ve felâketin eşiğine sürüklersiniz...