21. yüzyıl, başlamadı; 21. yüzyılı İslâm başlatacak...

04:008/10/2017, Pazar
G: 18/09/2019, Çarşamba
Yusuf Kaplan

Toplum olarak, geleceğimizden, hatta yarınımızdan bile emin değiliz.Kaygılıyız. Geleceğe, biraz kuşku, biraz da korkuyla karışık bir öz/güvensizlikle bakıyoruz. Günü kurtarmakla meşgulüz. Art arda yaşadığımız “doğal” ve siyasi-kültürel şoklar, depremler, anormallikler, kendimize olan güvenimizi, geleceğe güvenle bakabilme melekelerimizi ve enstrümanlarımızı her geçen gün daha bir yok ediyor gibi.Her ne suretle olursa olsun,her “kriz durumu”, beraberinde “yeni arayışlar”ı da getirir. Yaşanan krizlerin

Toplum olarak, geleceğimizden, hatta yarınımızdan bile emin değiliz.

Kaygılıyız. Geleceğe, biraz kuşku, biraz da korkuyla karışık bir öz/güvensizlikle bakıyoruz. Günü kurtarmakla meşgulüz. Art arda yaşadığımız “doğal” ve siyasi-kültürel şoklar, depremler, anormallikler, kendimize olan güvenimizi, geleceğe güvenle bakabilme melekelerimizi ve enstrümanlarımızı her geçen gün daha bir yok ediyor gibi.

Her ne suretle olursa olsun,
her “kriz durumu”, beraberinde “yeni arayışlar”ı da getirir
. Yaşanan krizlerin büyüklüğüyle orantılı olarak “uzun soluklu muhasebeler” yapmaya icbar eder herkesi.

Şu an işte böylesi bir “hesaplaşma”, geleceğe bakma, bir gelecek tasavvuru geliştirme noktasında duruyoruz.

Bugün 18 yıl önce yayımlanan bir yazımı sizlerle yeniden paylaşıyorum.


AYAĞIMIZI “BULUNDUĞUMUZ
YER”E SAĞLAM BASMAK...
Geleceğe bakabilmemiz için, “
sağlam bir yer
”de duruyor; “ayak”larımızı, “bulunduğumuz yer”e sağlam basıyor olmamız gerekir. Ancak görünen o ki, biz,
bulunduğumuz yerin ne/resi olduğunu bile
tam olarak bilemiyoruz.

Tarihimiz, hafızamız, kültürümüz, anlam haritalarımız sürgit yok edilmeye, yok sayılmaya çalışıldığı için, nereye basabileceğimizi de, nereye doğru yürüyeceğimizi de, dolayısıyla yürüyüşümüzü engelleyebilecek “duvar”ları nasıl aşabileceğimiz de kestiremiyoruz.

Ama biz tarih yapmış, tarihe yön vermiş bir toplumuz. Bu, inkarı mümkün olmayan bir gerçek.

Bu gerçeği “göz önünde bulundurduğumuz” sürece, yaşadığımız sorunları anlamlandırabilmenin ve aşabilmenin; dolayısıyla geleceğimize yön ve şekil verebilmenin yollarını keşfedebilmemiz mümkün olacaktır.

GELECEĞİ OKUYABİLMEK...
Batıda yazarlar, sık sık geleceğe bakarlar; geleceği okumaya, geleceğin ne tür “görünümler” alabileceğini tahmin etmeye çalışırlar. (Örneğin, Avrupa’daki birkaç “bilge-yazar”dan biri olan
Neal Acherson’ın
1989 yılında yazdığı bir yazıda, Balkanlarda bugün yaşanan trajedileri nasıl gerçeğe yakın bir şekilde okuduğunu çok iyi hatırlıyorum.) Her şeye sıfırdan başlamaya icbar edilen bir toplum, bir anlamda “hafızsız” olduğu için, böylesi bir toplumun geleceğe bakabilecek enstrümanları, kavramları yok demektir. Herhalde “
geçmişi olmayanın geleceği de yoktur
” ilkesi, bilinçaltımıza kazınmış olduğu için olsa gerek, bizde bu tür yazılara da, yazarlara da rastlayabilmek zordur.

Yüzyılımız, gerçekten olağanüstü olaylara tanıklık etti. 19. yüzyıldan 20. yüzyıla kalabilen önemli imparatorlukların ve uygarlıkların dikkate değer bir bölüğü yüzyılımızın başlarında tarihe karıştı.

Osmanlı İmparatorluğu’nun çökmesiyle birlikte
İslam medeniyeti “geri çekildi”.

Avrupa’daki “büyük güçler” ilkin birbirleriyle kapıştılar. Ardından da modern tarih boyunca dünyaya pek çok bakımdan “hükmeden”, Batı-dışı toplumların ve kültürlerin de başvurmak durumunda kaldıkları pek çok kavramı ve kurumu şu ya da bu şekilde “ihraç eden” Avrupa, iki büyük savaşın ardından yorgun ve bitap düşerek, yerini ve gücünü Amerika’ya devretmek zorunda kaldı.

Şu an, artık
Avrupa’ya da pek çok bakımdan Amerika esin kaynağı
olmaya başlamış durumda. Ayağa kalkmaya çalışan Avrupa ile dünya üzerindeki hegemonyasını kimi zaman sanal, kimi zaman gerçek görünümler aldığı gözlenen bir “dünya imparatorluğu”na dönüştürerek sürdürmeyi başaran Amerika, aynı medeniyet havzasına mensup iki başlıca “rakip güç” olarak dünya tarihini yapma ve yazma savaş/ım/ı veriyorlar.
GÜNEŞ, DOĞU’DAN DOĞACAK MI?

20. yüzyılda güneş Doğu’dan doğmadı. Asya, ancak “kaplanlaşabileceğini”; başkalarının postuna ve pozisyonuna göz dikerek bir “ölüm-kalım savaşı” verebileceğini göstermekten başka bir şey yapamadı. Dünyaya bir medeniyet iddiası ve fikri sunamadı.

Batı’dan doğan şeyin de “güneş” olmadığını, yüzyılımızı geren; kanlara, gözyaşlarına boğan savaşlar, kaoslar yeterince ispatlıyor olsa gerek.

Bu zaman diliminde İslâm dünyası, İslâm tarihi boyunca en büyük sarsıntılardan ve yenilgilerden birini tattı: Yüzyılın başlarında bir şekilde “Azrail”le tanıştı; ama yüzyılın sonlarında silkinip kendine gelebileceğini, yeniden ayağa kalkabileceğini gösteren “mesajlar ve işaretler” sundu dünyaya.

Şu an
dünyamız yeni oluşumlara gebe
. Yerkürenin stratejik haritaları yeniden çiziliyor. Yerküre için çizilmekte olan stratejik haritaların “merkez üssü”nde, “göbeği”nde İslam dünyası ve biz varız.
Artık ideolojiler bitti. “
İdeolojik savaşlar”ın yerini “medeniyet savaşları” almaya başladı.

20. yüzyıl, 2000 yılında sona ermeyecek; 21. yüzyılın ilk çeyreğine, hatta biraz daha ötesine kadar sürecek gibi gözüküyor.

20. yüzyılın sona ermesi ve 21. yüzyılın başlaması, ancak İslâm dünyasının, köklü ve çığır açıcı bir medeniyet bilinci, vizyonu ve sıçraması geliştirebilmesiyle birlikte mümkün olabilecek.
#Avrupa
#İslâm
#Türkiye