Üç ay önce iktidardaki Millet Partisi’nin olağan kongresi dolayısıyla gittiğimiz Sudan’a üç ay sonra yolumuz tekrar düştü. Doğrusu bu seferki ziyaretimiz daha önce kongrenin trafik yoğunluğu dolayısıyla aldığımız bir dizi davete icabet edememiş olmayı telafi etmek üzere verdiğimiz sözleri ifa maksatlı.Sudanlıların Türkiye’ye, Türklere ve bilhassa Cumhurbaşkanımız Erdoğan’a muhabbetleri tarif edilir gibi değil. Bunu her vesileyle gösterirken bu konuda iktidar ve muhalefet bir fark koymuyor. Gördüğümüz
Üç ay önce iktidardaki Millet Partisi’nin olağan kongresi dolayısıyla gittiğimiz Sudan’a üç ay sonra yolumuz tekrar düştü. Doğrusu bu seferki ziyaretimiz daha önce kongrenin trafik yoğunluğu dolayısıyla aldığımız bir dizi davete icabet edememiş olmayı telafi etmek üzere verdiğimiz sözleri ifa maksatlı.
Sudanlıların Türkiye’ye, Türklere ve bilhassa Cumhurbaşkanımız Erdoğan’a muhabbetleri tarif edilir gibi değil. Bunu her vesileyle gösterirken bu konuda iktidar ve muhalefet bir fark koymuyor. Gördüğümüz bu sevgi Türkiye’nin en büyük gücü. Ancak
Türkiye’nin buralarda sahip olduğu bu manevi güce mütenasip bir maddi varlığı, ihtimamı, politikası olduğunu söylemek maalesef mümkün değil.
Aslında üzerinde düşünüldüğünde Sudan’ın bugün Türkiye’nin ihtiyacı olan bir çok imkanı, potansiyeli barındırdığını görebiliriz. Türkiye Afrika’ya açılımı stratejik bir politika olarak benimsemişti ama bu açılımda gerek lojistik, gerek siyasi, gerekse de insan kaynağı olarak en önemli merkezlerden biri olan Sudan’ı yeterince değerlendiremiyor. Üstelik Sudan bütün kapılarını, bütün imkanlarını Türkiye’ye sonuna kadar açtığı halde.
Ülke üzerinde yirmi yıldır uygulanmakta olan haksız ambargo yüzünden bazı ilişkileri geliştirmenin zorlukları olduğunda kuşku yok, ancak o zorluklarla beraber bazı kolaylıklar da var ama bu kolaylıkları tabi bulup ortaya çıkarmak lazım. O zahmete katlanıldığında verimi çok daha büyük oluyor.
Bu vesileyle, aslında iş dünyamızda değişen bazı eğilimlere temas etmekte fayda var.
Ne
yazık ki iş dünyamız, çok garantili olmayan işlere girişmeme alışkanlığını yeniden benimsemeye başlamış durumda.
“Yeniden” diyoruz ki, bu özellik Cumhuriyetin kuruluşuyla birlikte palazlandırılarak hep kayırılmış olan sözümona “merkez sermayenin” tipik özelliğiydi. Hiç bir risk almadan, devlet garantili işlerle çalışmak,
yatırımın içerdiği risklerden kaçarak illa ki devlet ihalelerinin garantörlüğüne sığınmak
…
Seksenli yıllarda yükselen muhafazakar sermayeyi merkez sermayeye karşı avantajlı kılan, onun yükselişindeki sırrı veren özelliği bu maceracı, cesur, risk üstlenmekten kaçmayan özelliği değil miydi?
Bu onu yaratıcı kılıyor, riskli alanlarda kısa sürede çok daha büyük atılımlar yapmasını sağlıyordu. Risk almadan, büyük başarılar elde edilemiyor çünkü.
Bugün o muhafazakar sermayenin giderek eski sermayenin özelliklerini Türkiye içinde değilse bile yurt dışında benimsemeye başlamış olduğunu görmek, doksanlı yıllardan itibaren Türkiye’de gerçekleşen toplumsal dönüşümün en önemli aktörlerinin geleceği açısından umut verici değil. Allah’tan bugünlerde MÜSİAD bir şube açmış ve bu rutinleşmeye yüz tutmuş ruhun canlanmasına çalışıyor.
Sudan Türkiye için Afrika’ya açılımın en önemli kapısı olabilir.
Bu kapıdan şu anda Çin en aktif ve etkili biçimde geçiyor ve Çin’in bugün Afrika’daki tartışılmaz etkinliğinin oluşmasında bu kapının çok iyi değerlendirilmiş olmasının önemli bir payı var. Aynı kapı Türkiye için sonuna kadar açık.
Sudan’a yönelik ambargo, ülkeye yatırımların gelmesini engellemiş, doğru, ama Sudan’ın bugünkü sıkıntılarının en büyük nedenini ambargodan ziyade, uzun yıllar süren iç karışıklıklar oluşturmuş.
Güney Sudan’ın ayrılışını Güneylilerin kurtuluşu gibi lanse eden batılılar bu ayrılmanın gerçekleşmesi için türlü oyunlar çevirdiler. Nihayetinde ayrılık gerçekleşti, ancak bu ayrılık ne Güney’e huzur getirdi ne de aslında ayrılığın arkasındaki asıl etken olan petrol gelirlerini temin etti. Güneydeki kabileler birbirleriyle girdikleri ve devam eden kavgalar yüzünden petrolü halen gelir hanesine kaydedebilmiş değiller.
Buna mukabil Sudan ayrılık sonrası petrolsüz kaldığı için
farklı kaynaklar geliştirme ve
doğal kaynaklara dayanmayan daha sağlıklı bir kalkınma
için kolları sıvamış. Bu da ülkenin daha rasyonel bir yönetimi, eğitimin iyileştirilmesi, kalan Sudan toprağında yaşayan insanların vatandaş olarak daha fazla kucaklanması ve kalkınma odaklı bir yönetim demektir. Sudan ayrılıktan beri bu yolda önemli mesafeler kaydetmiş durumda ki, şu anda önünde çok daha aydınlık bir gelecek ufku var.
Buna mukabil, ayrılık sonrası Sudan kendi yeraltı ve yerüstü zenginliklerinin daha iyi değerlendirilebilmesi için ciddi bir envanter çalışması yapmış ve yatırım politikalarını harekete geçirmiş durumda. Çok zengin altın, elmas, platin gibi değerli madenlerin yanısıra dünyanın en geniş bakır, krom, fosfat rezervlerini barındıran Sudan aynı zamanda ciddi petrol rezervlerine sahip.
Bu madenlerin değerlendirilebilmesi için bilhassa Türk yatırımcılarına çağrıda bulunuyor görüştüğüm bütün hükümet yetkilileri.
Sudan’ın toprakları da stratejik nitelikte tarımsal üretime son derece uygun. Körfez ülkeleri için ve aslında Türkiye için önemli bir gıda ve hayvancılık deposu olmaması için hiç bir sebep yok.
TİGEM’in bir kaç yıl önce giriştiği
geniş bir arazinin kiralanması ve tarım uygulamaları için önerilen projede hala beklenen ilerlemenin sağlanamamış olması
bir an önce halledilmesi gereken bir sorunu, çünkü yarım kalmış projeler sadece kendilerini ilgilendirmiyor, başka girişimlerin önünü de kesiyor. Oysa bu proje son derce kritik ve hem Türkiye-Sudan ilişkilerinin geleceği için önemli bir eşiği oluşturuyor hem de tabii Sudan’ın önemli sorunlarını çözmek bir süreci tetikleyecek önemli bir adım.
İnsanlar zor zamanlarda kendilerine yapılan iyilikleri unutmuyorlar. Sudan, en zor zamanlarında Türkiye’nin yanlarındaki duruşunu çok takdir ediyor ama bugün kendi zor zamanlarında uzanacak elin çok daha büyük bir değeri var. Türkiye’nin belki bir çok ülke için ama mutlaka öncelikle Sudan gibi ülkeler için birer çalışma grubu oluşturup ilişkiler için var olan zengin potansiyeli daha aktif bir biçimde değerlendirmesi gerekiyor.
Sudan’daki siyasi gelişmeler konusunda da oldukça iyimser bir hava olduğunu söylemeliyiz.
Diyalog sürecinin neticesinde merhum
’nin partisi
iktidarın ortağı oldu. Bu konuda da söylenecek çok şey var, ama onu da sonraya bırakalım.