Sakarya’da Allah’ıneşrefi mahlukatkıvamında yarattığı varlığın, insanın,esfel-i safilin, aşağılıkların aşağılığı bir seviyeye kadar nasıl yolunun olabildiğini gördük.Bu yol aslında insanım diyen herkese açık. O alçaklara kahredip durarak, vicdani sorumluluğumuzdan temizlenebileceğimizi düşünmek de o yola döşenmiş tuzaklardan biri.Doğumu yaklaşmış Suriyeli hamile bir kadını, 10 aylık bebeğiyle birlikte tecavüz edip kafasını taşla ezip öldürme potansiyeli taşıyabiliyormuş insan.Bu potansiyel açığa
Sakarya’da Allah’ın
kıvamında yarattığı varlığın, insanın,
, aşağılıkların aşağılığı bir seviyeye kadar nasıl yolunun olabildiğini gördük.
Bu yol aslında insanım diyen herkese açık. O alçaklara kahredip durarak, vicdani sorumluluğumuzdan temizlenebileceğimizi düşünmek de o yola döşenmiş tuzaklardan biri.
Doğumu yaklaşmış Suriyeli hamile bir kadını, 10 aylık bebeğiyle birlikte tecavüz edip kafasını taşla ezip öldürme potansiyeli taşıyabiliyormuş insan.
Bu potansiyel açığa çıktığında nasıl da insanlığımızdan utandık. Nasıl da kafalarımızı nereye eğeceğimizi, gözlerimizi nasıl kapatacağımızı şaşırdık. İçimizdeki beyinsizlerden dolayı Allah’ım bizi de helak mi edeceksin? Bu beyinsizlerin beyinsizliği bizim içimizden çıkmadı mı, aramızda gezip durmadı mı? Bu beyinsizlik cüretkarlığı bizim aramızda kendine gerçekleşebilecek bir yol bulmadı mı?
Üç yıl önce kıyımıza vuran bir çocuk vardı: Aylan Kürdi, sadece bizim kıyılarımıza değil, bütün insanlığın kalbinin kıyılarına da Suriye’de olup bitenlerle ilgili haberi bir ayet gibi en çarpıcı biçimde.
Sakarya’daki olay da 3 milyon Suriyelinin Türkiye’deki durumuyla ilgili gerçekleri ve tabi tekrar kaçıp geldikleri ülkedeki gerçekleri bütün trajikliğiyle yüzümüze vurdu.
İnsanlığın alçalma seviyesine dair bu çarpıcı örneğin binlercesi yaşandı bu garibanların geldiği topraklarda, Suriye’de. Onlar o zulümden kaçıp gelmişlerdi ülkemize. Bize emanet ettiler canlarını, ırzlarını, varlıklarını. Sahip çıkamadık emanete işte.
Suriye’de iç savaş çıktığında canlarını kurtarmak üzere kapımızı çalanları baştan beri kabullenmek istemeyen bir garip muhalefet var. Dünyanın her yanında muhalefet partileri mülteci haklarını kendi siyasi programlarının bir parçası haline getirirler. Bir insan hakları sorunudur ve en çok muhalefet partilerin üstlendiği bir roldür mültecilerin durumu. Türkiye’de bir çok alanda olduğu gibi bu alana da muhalefet partileri ne yazık ki en faşist sağ partilerden daha faşizan bir yaklaşıma sahipler.
CHP ve Kılıçdaroğlu’nun birkaç seçimdir seçmene en önemli vaatlerinden birisi Suriyeli mülteci karşıtlığı.
Bu karşıtlık giderek mültecilere karşı halkta tehlikeli bir ırkçı kışkırtıcılığa dönüşmüş durumdaydı.
Ana muhalefet liderinin mültecilere karşı kampanya yaptığı bir yerde ırkçılığın en vahşi şekillerinin cüret bulmasından daha doğal bir şey olamaz.
Dünya siyasi teamülünde bir sol-muhalefet alanı olarak temayüz etmiş olan mülteci hukuku konusunda Türkiye’de işler yine tam ters bir noktada.
Türkiye’nin muhafazakar demokrat partisinin lideri
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan
ve partisi baştan itibaren Suriyelileri mülteci bile kabul etmediklerini, misafir veya muhacir kabul ettiklerini ve kapılarının kendilerine sonuna kadar açık olduğunu duyurdular.
Bir defa gelen mülteciler durduk yerde, sırf seyahat olsun diye, veya sırf daha iyi bir hayat arayışı içinde gelmiyorlar
. Canlarını bombalardan ölümlerden, şebbihanın alçakça tecavüzlerinden kurtarmaya geliyorlar.
Türkiye halkının da büyük çoğunluğuyla gelen mültecileri Rahman’ın misafiri olarak kabul ettiklerini görüyoruz ve aslında sadece bu durum bile gurur duyulacak bir husus.
Türkiye, Suriyelilere karşı sergilediği bu hesapsız yardımlar sayesinde birkaç yıldır dünyada en çok insani yardım yapan ülkeler arasında birinci durumda. Sığınmacılar için hazırladığı Mülteci kampları dünyada mülteci kampları seviyesinde şimdiye kadar hayal bile edilememiş yükseklikte bir seviye ortaya koydu.
Buna mukabil kamplarda kalmayıp Türkiye’nin her yanına dağılan Suriyeliler Türkiye halkıyla bütünleşti, kaynaştı. Ancak bu bütünleşmenin tamamen sorunsuz olduğunu kimse söyleyemez.
Burada tutunma mücadelesi vermeye çalışan ve canını kurtararak gelmiş, arkasında bütün birikimlerini bırakmış olan Suriyeliler ciddi bir emek sömürüsüne maruz kalabiliyorlar.
Tedirginler, dezavantajlılar, sınır dışı edilme tehlikesi altında yaşıyorlar ve bu durumları birçok suistimallere açık hale getiriyor onları. Geçici durumlarından kaynaklanan hayat standartları daha düşük ücretlere razı olmalarına izin veriyor. Çoğunun çalışma izinleri veya sigortaları olmadığı için durumları emek piyasasında ciddi bir dengesizliğe yol açabiliyor. Ancak 6 yılını tamamlamış olan göçlerinin bugünkü durumunda sorunun onlardan ziyade Türkiye’ye entegre etme konusunda hükümetin sergilediği yavaşlıktan kaynaklandığını da eklemek lazım.
Sayın
Cumhurbaşkanımız bu durumun yol açabileceği sosyolojik sorunları görerek son derece öngörülü bir biçimde çok erken bir biçimde Suriyelilere vatandaşlık verilmesi hususunu gündeme getirdiğinde
başta ana muhalefet partisi lideri olmak üzere değişik kesimlerden bir sürü eleştiri aldı.
Oysa bugün Suriyelilerin Türkiye’de bu tür saldırılara, emek sömürülerine ve dolayısıyla Türkiye’nin emek piyasasında daha fazla rahatsızlığa yol açmamaları için Cumhurbaşkanımızın baştan beri bahsettiği vatandaşlık işlemlerinin hızlandırılması gerekiyor.
AB ülkeleri vicdanlarını rahatlatmak için, bir yandan “biz de mülteci kabul ediyoruz” demiş olmak için Suriyeliler arasından en nitelikli, eğitimli olanları seçip alıyor zaten. Bu işin gecikmesinin bir maliyeti Suriye’den çok nitelikli, seçkin unsurların bir şekilde yolunu bularak AB ülkelerine, ABD, Kanada ve Avustralya’ya gitmeleri, geriye sadece niteliksiz unsurların Türkiye’de kalmasıdır.
Oysa biz hiçbir ayırım yapmadan Suriyelilere yapmış olduğumuz hayrı tamamlayarak vatandaşlığa kabul etmemiz gerekiyor.
Yine hiç kimsenin endişesi olmasın, Bu insanlar Türkiye’den kimsenin ekmeğini, rızkını yemiş değil, yiyecek de değildir. Emin olun, halihazırda bile dolaylı veya dolaylı olarak Türkiye ekonomisine yaptıkları katkı, maliyetlerinden fazladır. İşin maneviyat, insanlık, kardeşlik ve bereket boyutuna değinmiyorum bile.
Dahasını da söyleyelim. Türkiye’nin gücü tarih boyunca aldığı göçlerle ve bu göçlere karşı insani muamelesine, göçmenleri ülkenin önceki sakinleriyle entegre etmiş olma başarısından kaynaklanmıştır. Göçmen gücü namütenahi bereketi olan ayrı bir güçtür. Tabi o bereketi bilene.
5 yıl zaten bir ülkede kalanların, daha iyi entegre olabilmesi için vatandaşlık aşamasının da artık düşünülmesi için yeterli bir zamandır. Elimizi korkak alıştırmayalım, daha fazla gecikmeyelim...