Uluslararası ilişkiler düzeni sabit bir yapı arz etmez. Hava hareketleri gibi alçak veya yüksek basınçların etkileriyle sürekli bir değişim baskısının altındadırlar.Bazen bir kelebeğin kanadını çırpması uzak bir yerde fırtınaların kopuşunu etkiler.Tıpkı normal insanlar arasında olduğu gibi, devletlerin de davranışlarına hakim olan şey her zaman derin bir akıl, uzun vadeli planların kusursuz takibi ve stratejileri olmayabiliyor.Devletler ne kadar bu tarz uzun vadeli hesaplar ve stratejileri kurumsallaştırsa
Uluslararası ilişkiler düzeni sabit bir yapı arz etmez. Hava hareketleri gibi alçak veya yüksek basınçların etkileriyle sürekli bir değişim baskısının altındadırlar.
Bazen bir kelebeğin kanadını çırpması uzak bir yerde fırtınaların kopuşunu etkiler.
Tıpkı normal insanlar arasında olduğu gibi, devletlerin de davranışlarına hakim olan şey her zaman derin bir akıl, uzun vadeli planların kusursuz takibi ve stratejileri olmayabiliyor.
Devletler ne kadar bu tarz uzun vadeli hesaplar ve stratejileri kurumsallaştırsa da sahada bu stratejilerin başarılı uygulaması neticede yine başka aktörlerin de davranışlarında aynı tavrı istikrarlı bir biçimde göstermelerine bağlı olur.
Hesapta olmayan bir ülkenin veya aktörün davranışı veya kendi ülkesinde beklenmeyen bir gelişme elli veya yüz yıl için yapılmış stratejileri sil baştan ele almaya yol açabilir.
Tabi insanlar arası ilişkilerden farklı olarak devletlerin hafızaları, davranışları her dönem farklı şahsiyetlere, ideolojik yönelimlere ve özelliklere sahip bireysel aktörler tarafından yüklenilir.
Sanıldığının aksine bu aktörler ülkelerin siyasetlerini kısa-orta ve uzun vadede belirleyici olabiliyorlar.
Kimse Clinton ile Bush, Obama ile Trump arasında ülkelerinin siyasetlerinin belirlenmesinde hiçbir farkın olmadığını söyleyemez. Biz konuşurken tek bir ABD’den konuşuyoruz, onun yekpare politikalarından ve davranışlarından söz ediyoruz.
Ama işin aslı, ülkenin kendi içinde fırtınalar esiyordur. Başkanın kişisel özellikleri ciddi farklar ortaya koyabiliyor.
ABD’nin hiçbir akla, mantığa sığdırılamayan davranışları ve tutarsızlıkları aslında onun yekpare bir bütün sanılmasından ileri geliyor. Oysa ABD denildiğinde her şeyden önce
Beyaz Saray, Pentagon, CIA, FBI, Adalet Bakanlığı, Wall Street ve Yahudi lobileri, silah, silikon, ilaç sanayileri
gibi ana aktörlerin birbirleriyle biteviye mücadeleleriyle kendi taraflarına çekiştirmeye çalıştıkları bir yapı gelmeli. Bu çekiştirmeler içinde bir ülkenin kendi içinde bir tutarlılık ortaya koyabilmesi çok zordur.
Bununla birlikte Amerika’nın en büyük avantajı yine de bütün bu güçler arasında Başkanın, tabii ortaya koyabileceği performansa bağlı olarak da, bütün bu güçlerin çatışmasını yönetebilmesidir. O yüzden Amerika’nın spesifik konulardaki politikalarında yine sanıldığının aksine aslında çok fazla süreklilik olmaz.
Kendi müttefiklerini kolayca satabiliyor olma görüntüsü basitçe bu iç denklemin içindeki dengenin bir taraf lehine hızla kaymış olmasından ileri gelir.
Bu denge hareketliliği ABD’ye bir güvenilmezlik özelliğini fazlasıyla kazandırır.
Obama ve Hillary Clinton yönetimindeki ABD, Suriye’de Esad’ın artık gitmesi gerektiğine nasıl ikna olmuştu da bütün dünyaya bu yönde bir siyasetin tamtamlarını çalmaya nasıl başlamışlardı? Suriye’ye Esad’ı devirmek için onca yığınağı yapmışken bütün bu yığınağı hangi iç-denge hareketliliğinin etkisiyle DEAŞ diye yeni bir tehdide yöneltti? Bunları iyi izlemek lazım. Arkadaşımız
Amerika üzerine yazılarında Pentagon-CIA-Beyaz Saray çatışmalarının bu politikalar üzerindeki etkilerine ışık tutan analizler yapıyor.
Doğrusu, bu analizler ışığında ABD içinde Türkiye’ye karşı oluşan tavrın da geçici olduğunu ve buna dayanarak bizim de metafizik sabitlikte bir siyaset kurmamamız gerektiğini bilmemiz gerekiyor
.
Sadece ABD ile ilişkiler konusunda değil, başka ülkelerle ilişkilerimizde de, AB ile ilişkilerimizde de metafizik sabitlikler üzerinden kurduğumuz tanımlar bir süre sonra ayağımıza bağ oluşturur, dünyadaki gelişmeleri okuma kabiliyetinden bizi yoksun bırakır, siyasetimizde gereken ayarlamaları zamanında yapmaktan da bizi alıkoyabilir.
Nitekim bugün Türkiye’yi kendi ezberlerine göre kodlamış olan ve kendilerine göre Türkiye’ye karşı eksenler kurmaya çalışan aktörler, Türkiye’nin Suriye konusunda ezber bozan diplomasisi karşısında bütün hesaplarını çöpe atmak gerçeğiyle karşı karşıya kalmışlardır.
Cumhurbaşkanı
ın 13 Kasım’daki Soçi ziyareti esnasında
’le buluşmasında
’yi de içine katacak bir üçlü zirveyi
. Hiç geciktirmeden 22 Kasım’da gerçekleşen bu buluşma, hem Suriye konusunda hem de bütün Ortadoğu politikalarında bütün kartların yeniden karıldığı yeni bir ortamın oluşmasına yol açmıştır. Kim kaç yıllık strateji üzerine nasıl bir Ortadoğu planlamışsa bu planları bugün revize edilmek durumundadır.
O planların uygulamalarıyla birlikte bizim için ne kadar moral bozucu ve karamsarlık üretici boyutu var idiyse, bugün oluşan durum o kadar umut verici ve o kadar başkalarını düşündürecek bir durum.
Türkiye kendi dışında kurgulanan ve kendisini bir kurban olarak tanımlayan hiçbir oyunun sahneye konulmasına izin vermeyeceğini böylece göstermiş oldu. Önceden yazılmış ve sahneye konulmakta olan oyunlarda Türkiye üzerine düşen rolü oynamıyor ve bu bütün senaryoyu berbat ediyor.
Senaryoları tıkır tıkır işlerken bizim moralimiz bozuluyor, bizi kara kara düşündürtüyordu, onlar tahsil edecekleri kazançların peşin sevinciyle ellerini ovuşturuyorlardı. Türkiye onların oyununda oynamayacağını bu şekilde gösterince bütün senaryo boşa çıktı. Gerisi artık onları düşündürecek, onları tasalandıracak bir durum.
Onlar kendi eksenlerinin nasıl boşa dönmeye başlamış olduğunun tasasına düştü bile.
Bu durumda bize düşense elbette artık yan gelip yatmak değil. Asla vazgeçmeyeceklerini bilerek teyakkuza devam.
#Türkiye
#Recep Tayyip Erdoğan
#Ruhani