Dön dolaş hep aynı mı?

04:0021/11/2017, Salı
G: 18/09/2019, Çarşamba
Yaşar Taşkın Koç

“Bir Cumaya denk gelen 21 Şubat 1947’de, akşamüstü geç saatlerde, mesainin bitmesinden hemen önce, yeni kurulmuş Dışişleri Bakanlığı Ortadoğu ve Afrika İşleri bölümünün başındaki Loy Henderson, Vaşington’daki İngiliz Elçiliği’nden acil bir telefon aldı. Telefonda elçilik birinci sekreterinin kendisini ziyarete geleceği bildirildi. Aşağı yukarı bir saat sonra Herbert M. Sichel, fevkalade önemli iki belgeyi teslim etmek üzere Hendersen’ın bürosunun önünde arabasından iniyordu: İngiliz hükümetinin

“Bir Cumaya denk gelen 21 Şubat 1947’de, akşamüstü geç saatlerde, mesainin bitmesinden hemen önce, yeni kurulmuş Dışişleri Bakanlığı Ortadoğu ve Afrika İşleri bölümünün başındaki Loy Henderson, Vaşington’daki İngiliz Elçiliği’nden acil bir telefon aldı. Telefonda elçilik birinci sekreterinin kendisini ziyarete geleceği bildirildi. Aşağı yukarı bir saat sonra Herbert M. Sichel, fevkalade önemli iki belgeyi teslim etmek üzere Hendersen’ın bürosunun önünde arabasından iniyordu: İngiliz hükümetinin Balkan bölgesi ve Levant’taki çalışmalarını 31 Mart itibariyle sonlandıracağına dair resmi açıklaması birincisiydi.


Diğeri de İngiltere’nin artık kendisini Yunanistan ve Türkiye’yi desteklemeye devam edebilecek durumda görmediğini belirten belgeydi.”

Dan Diner, Yüzyılı Anlamak/Evrensel Bir Tarih Yorumu isimli 2009’da İletişim Yayınları’ndan çıkan kitabında Soğuk Savaş’ın başlangıcını anlattığı uzun bölüme yukarıdaki anekdotla başlıyor.

Bu basit gibi görünen, rutin bir diplomatik görüşme gibi yaşanan şey aslında, yazarın da vurguladığı gibi emperyal taht değişikliğinin çok net, somut bir ifadesiydi ve dünyanın şekillenmesinde bundan sonra büyük etkileri olacaktı.

Hemen öncesinde yaşanıp bitmiş 2. Dünya Savaşı sırasındaki gelişmeler şimdi yeniden masaya konuluyordu.

Dünya nasıl bölüşülecekti?

Tarihsel olarak büyük rekabet içindeki iki düşman İngiltere ile Rusya her iki Cihan Harbi’nde de müttefik olmuş, bu sayede büyük badireler atlatmışlar ama her seferinde yine karşı karşıya gelmişlerdi. Şimdiki durumda artık İngiltere’nin yerini Amerika Birleşik Devletleri alıyordu.

Türkiye, Rus Çarlığı’nın yıkılması ve ardından kurulan Bolşevik yönetimi sayesinde önce Kafkas Cephesi’nde rahat bir nefes almış, belki yenilginin daha ağır olmasını bu cephede az hasar görmüş kuvvetleri sayesinde kısmen yumuşatmıştı. Bunun yararını Kurtuluş Savaşı’nı gerçekleştiren askeri güçlerin omurgası olurlarken daha iyi görecektik.

Ama bundan daha önemlisi, yeni Sovyet yönetimi Kurtuluş Savaşı ve Cumhuriyet döneminde hem maddi yardımda hem dostça ilişkiler kurma konusunda bonkördü.

Sonra 2. Dünya Savaşı sırasında yeniden Türkiye’ye ağır baskılara başladı. Almanlara karşı savaşa kendi yanlarında girmesini istiyordu. Ankara defalarca tekrarlanan gerçekten zorlu müzakerelerden hatta bazen İngiliz yardımıyla tarafsız konumunu korumayı başararak çıktı.

Sözkonusu Diner’ın kitabıyla, savaş boyunca Türk Dışişleri’nin ta 1939’dan beri her toplantıda Polonya’nın durumunu gündeme getirdiğini de öğreniyoruz. İlginç biçimde birisi batısında diğeri güneyindeydi Rus ordusunun. Birinin başına gelen diğerinin de başına gelebilirdi. Osmanlı ve Cumhuriyet her defasında Polonya gibi parçalanıp paylaşılmaktan kurtulmuş ama şimdi savaşın muzafferlerinden Stalin yönetimi tekrar kapıyı çalıyordu.

Tarih ve coğrafya bilinci yüksek diplomatların kaygısı boşuna değildi.

1940’ların sonunda ABD-İngiltere bloğu ile Sovyetler arasında bölgede üç temel çatışma çıktı diyor yazar; İran, Yunanistan ve Türkiye.

Birbirinden bağımsız değildi üç ülkeyle ilgili gerilim. İran meselesi Kürt kartıyla beraber gelişiyordu.

Yunanistan, Alman işgaline ciddi direnen kendi Komünist Partisi’nin bütün beklentilerinin aleyhine Batı Bloğu’nun defterine yazılmıştı.

Bu üç komşudan ortalarındaki Türkiye de kendi üzerindeki basıncın farkındaydı ve o hesaplaşmalar, gerilimler, talepler fırtınası arasında Uzak Doğu’da patlak veren Doğu-Batı itişmesine müdahil olarak kendini Batı kampına atmanın yolunu aradı.

Şimdi sinemalarda izlediğiniz Ayla filmi, yani Kore’de geçen bir hikayenin arkasında daha bunlar ve niceleri var.

Tarihin garip bir cilvesi olarak Cumhuriyet kurulurken yardım eden Bolşevik iktidarı, şimdi toprak ve Boğazlar’da yönetim hakkıyla bastırıyordu ve Ankara, kendilerine karşı bağımsızlık mücadelesi verdiği Batılılarla birlikte Kore’de savaşarak zar zor NATO’ya kapağı atıyordu.

Bugün yeniden bu ve benzeri onca şey ve sonuçları tartışılmaya başlandı.

Muhtemelen ben de bu konuda ne ilk ne son yazımı yazdım.

Bakalım tarih benzer versiyonlarıyla sonunda yine tekerrür mü edecek?

Yoksa başka bir dünya başka bir zaman başka koşullar mı var karşımızda… hep beraber göreceğiz…

#Türkiye
#NATO