1960 yılında Tekirdağ’da doğdu. Müziğe 11 yaşında başladı ve 12 yaşından itibaren, başta çocuk şarkıları olmak üzere çeşitli formlarda besteler yaptı. İTÜ Türk Müziği Devlet Konservatuarı’nı bitirdi. M.Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü’nde İslâm Felsefesi alanında yüksek lisans yaptı. 100. Yıl Üniversitesi Müzik Bölümü’nün kuruluşuna katkı sağladı ve bir süre araştırma görevlisi olarak çalıştı. İTÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü’nde Türk Mûsikîsi alanında doktora yaptı. Beş yıl boyunca Cemal Reşit Rey Konser Salonu Genel Sanat Yönetmenliğini yürüten Doç. Dr. Yalçın Çetinkaya, Haliç Üniversitesi Konservatuarı’nda öğretim üyesi ve İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuarı’nda öğretim görevlisi olarak dersler verdi. ‘Memleket Meseleleri’ başlıklı röportajlarıyla, Yazarlar Birliği Röportaj Ödülü’ne lâyık görüldü. Reklâmcılık ve Manipülasyon, İhvân-ı Safâ’da Müzik Düşüncesi, Memleket Meseleleri ve Müzik Yazıları adlı yayınlanmış dört kitabı bulunuyor. Müzik Felsefesi, Müzik Sosyolojisi gibi alanlarda çeşitli dergi ve gazetelerde yayınlanmış çok sayıda makalesi bulunan Çetinkaya, halen İTÜ Türk Musikîsi Devlet Konservatuarı Müzikoloji Bölümü’nde öğretim üyesi olarak görev yapmaktadır.
Müzik dünyevî bir sanattır evet ama insanın dînî inançlarını ifade etmekte kullanılabilir nitekim kullanılmıştır da. Ben genel olarak dînî-lâdînî yani dindışı şeklinde bir tasnife itiraz ediyorum. Eski zamanlarda dînî ve lâdînî diye bir tasnif yoktu. Dînî ve lâdînî tasnifi, İslâm kültür ve medeniyeti içinde varolan ve bu kültür-medeniyetin yaptığı bir tasnif değildir. Hayatın en ince ayrıntısını dahi konu edinen ve bu ayrıntılara kadar nüfuz etmiş, Müslümanlara yol gösteren bir din, hayatın içinde ve insanların sorumlu tutulduğu her şeyde dînî olan ve olmayan gibi bir tasnif yapmamıştır. Dînî olan veya olmayan ayrımı, İncil’in tahrifatından sonra başlayan, Batı’ya ait bir ayırımdır ve Aydınlanma’dan sonra daha da genişleyerek Aydınlanma’yı kendi değişimlerine örnek alan bütün toplumlarda bu tasnif tezahür etmiştir. Mûsikîde “Dînî ve Lâdînî” tasnifi de ülkemizde batılılaşmanın resmî olarak benimsendiği, dînin hayatın dışına itildiği ve laikliğin benimsendiği, çarpık Türk modernleşmesinin başladığı cumhuriyetten sonra yapılmış bir tasniftir. Bu tasnif, bir anda mûsikî sahasında neyin meşrû neyin gayrimeşrû olduğunu da sanki göstermektedir. Dînî olan meşrû, lâdînî olan gayrimeşrû ve tabii olarak haram ! Halbuki dînî mûsikî kategorisine girmediği halde yeryüzünde meşru sayılabilecek hatta “İslâmî” vasıfları hâiz sayısız müzik bulunmaktadır.
“Lâdînî” olan her şey ya da bu alan, bizleri dînin getirdiği sorumluluklardan koruyor ya da sorumluluklarımızı azaltıyor diye düşünüyor olabiliriz. Sanki “lâdînî” olanlardan sorumlu tutulmayacağız ve lâdînî olan şeyleri yaptığımızda dinin dışına çıktığımız için olsa gerek, kayıt melekleri bu durumu görmezden gelecek ve amel defterlerimizi, kayıt cihazlarını kapatıp adeta dinlenmeye çekilecekler, “dînî” olan şeyleri yapmaya başladığımızda kayıt yeniden başlayacak zannediyoruz. Bu düşünme biçimi de “modern” ve “laik” bir yanılsamadır ve bize Batı’nın kendi içinde muharref din ile yaşadığı çatışmanın sonunda varılan “din-insan”, “din-toplum” ilişkilerinin bir sonucudur ve bizim “din” kavramını ve “din-insan”/ “din-toplum” ilişkisini Avrupa’nın bu konudaki yanlış tecrübelerinden istifade ederek yeniden tanımlamaya başladığımız dönemlerin ürettiği anlayışın ürünüdür. Çünkü Batı’da insan hayatı Aydınlanma’dan sonra parçalı bir hayat halini almıştır, insanın bir hayatı vardır, bunu normal bir biçimde yaşamaktadır, ama din, “aydınlanmış modern insan” için zorda kalındığında, kendisiyle hesaplaşma durumuna düştüğünde altına sığınacağı bir revak ya da bir tür oksijen çadırıdır, hatta bu sıkıntıları kendi içinizde veya başka çözümler bularak hallettiğinizde dînî çözümlere ve bir “Tanrı”ya gerek bile yoktur. Öncelikle “Dînî-Lâdînî” tasnifinin gerekliliği üzerine yeniden düşünmeli, bu düşünce eksersizlerini de mümkün olduğunca Kur’an merkezli yapmalıyız. Çünkü İslâmiyet’e ve onun mükemmel kitabı Kur’ân-ı Kerîm’e göre insan hayatı parçalı bir hayat değildir, insan yaptığı bütün amellerden ve konuşmalardan hatta yaptığı müziklerden de sorumludur, dolayısıyla genel olarak insan ama özelde Müslüman için “Dînî ve Lâdînî” tasnifi yanlıştır ve sözkonusu değildir.
Dînî mûsikî ayrımı veya tasnifi, belki müzikbilimcilerin yapmak zorunda kaldıkları bir tasnif olarak da kabul edilebilir ve bu açıdan bir yere kadar mâzur görülebilir, ama bu kategoriyi mutlaklaştırmanın pek doğru ve isabetli olduğuna inanmıyorum. Çünkü bu ayırım, İslâmiyet’in ruhuna da aykırı bir ayırımdır. Ayrıca dînî mûsikînin tam olarak “İslâmî mûsikî”nin karşılığı olabileceği konusunda da tereddütlerim bulunmaktadır. Çünkü İslâmî müziğin kapsamının biraz daha geniş olduğunu düşünüyorum.
Özetle, müzikte “dînî-lâdînî” tasnifinin çarpık Türk modernleşmesinin bir yanılsaması olduğunu, özellikle cumhuriyetten sonra, yine çarpık laiklikle birlikte yükselen bir tasnif olduğunu düşünüyorum.
Merhaba, sitemizde paylaştığınız yorumlar, diğer kullanıcılar için değerli bir kaynak oluşturur. Lütfen diğer kullanıcılara ve farklı görüşlere saygı gösterin. Kaba, saldırgan, aşağılayıcı veya ayrımcı dil kullanmayın.
İlk yorumu siz yapın.
Günün en önemli haberlerini e-posta olarak almak için tıklayın. Buradan üye olun.
Üye olarak Albayrak Medya Grubu sitelerinden elektronik iletişime izin vermiş ve Kullanım Koşullarını ve Gizlilik Pollitikasını kabul etmiş olursunuz.
BIST isim ve logosu "Koruma Marka Belgesi" altında korunmakta olup izinsiz kullanılamaz, iktibas edilemez, değiştirilemez. BIST ismi altında açıklanan tüm bilgilerin telif hakları tamamen BIST'e ait olup, tekrar yayınlanamaz. Piyasa verileri iDealdata Finansal Teknolojiler A.Ş. tarafından sağlanmaktadır. BİST hisse verileri 15 dakika gecikmelidir.