Okuma notları/ “İnançsızlığın askıya alınması”

04:002/07/2017, Pazar
G: 17/09/2019, Salı
Sema Karabıyık

Hikayeler mutlaka ahlaki bir tutum almamızı gerektirir. Öylesine bir hikaye diye bir şey yoktur. Bir hikaye daima bir anlam yüklüdür, öbür türlü hikaye değil basit bir olaylar dizisi sayılır. Bir sosyal bilimcinin değer yargılarından bağımsız bir sosyoloji yaratma hayali mümkün olabilir ama değer yargılarından bağımsız hikaye diye bir şey olamaz. Hikayeler kısmen bildiklerimizi bize hatırlattıkları, kısmen de önemli bulduğumuz şeyleri yeniden düşünmemizi sağladıkları için varlıklarını sürdürür.Büyük

Hikayeler mutlaka ahlaki bir tutum almamızı gerektirir. Öylesine bir hikaye diye bir şey yoktur. Bir hikaye daima bir anlam yüklüdür, öbür türlü hikaye değil basit bir olaylar dizisi sayılır. Bir sosyal bilimcinin değer yargılarından bağımsız bir sosyoloji yaratma hayali mümkün olabilir ama değer yargılarından bağımsız hikaye diye bir şey olamaz. Hikayeler kısmen bildiklerimizi bize hatırlattıkları, kısmen de önemli bulduğumuz şeyleri yeniden düşünmemizi sağladıkları için varlıklarını sürdürür.

Büyük anlatı ikamet edilen bir mekandır. Orada yaşamak isteriz. Her toplum sıklıkla, özellikle de kriz anlarında atıfta bulunacağı bir büyük anlatı geliştirir. (Anlatının Gücü/ Robert Fulford)


*

Her okur okuma esnasında kendi benliğini okur. Yazarın elinden çıkan eser okurun, bu kitap olmasaydı, kendi başına belki de hiç kavrayamayacağı şeyi fark etmesini sağlamak için yazarın okura sunduğu bir çeşit optik araçtan ibarettir. Kitabın söylediği şeyin okur tarafından kendi benliğinde fark edilmesi kitabın doğrululuğunun kanıtıdır.

Tragedyanın dramlaştırdığı konu kurmaca niteliği taşımasından ötürü, sahnede canlandırılan acı ya da dehşet verici olaylar, gerçekte olacağından hayli farklı bir etki uyandırır. Bu olaylar bizi etkiler ve ilgimizi çeker, fakat hayli uzaktan bir ilgi ve etkidir bu. Zira bunlar gerçek hayatta değil, başka bir yerde vuku bulan olaylardır. Sırf hayali bir düzeyde var olmaları için de, temsil edilirken dahi belli bir mesafede konumlandırılırlar. Bunların etkisi doğrudan kuşatan bir etki değildir, gerçek hayatta uyandıracakları korku ve acıma hislerini “temizlemek”tir.

Büyülenme eleştirinin antitezi ve düşmanıdır. Büyülenmek kişinin eleştirel düşünceye kapalı hale gelmesi, aklın fikrini kaybetmesi, gördüğü şeyi ciddi ve aklı başında bir incelemeye tabi tutmak yerine onun ayartısına kapılması anlamına gelir. (Edebiyat Ne İşe Yarar?/ Rita Felski)

*

Okuma toplumsal zamanın örgütlenmesine bağlı değildir; o, aşk gibi bir var olma tarzıdır. Mesele okumaya vaktim olup olmadığı değil, bir okur olma zevkini kendime tanıyıp tanımadığımdır.

İnsan hayatta olduğu için ev yapar, ama ölümlü olduğunu bildiği için kitap yazar. Sürü halinde yaşadığı için topluluk içinde oturur, ama yalnız olduğunu bildiği için okur. Bu okuma ona başka bir arkadaşlığın yerini almayan ama bir başka arkadaşlık tarafından da yeri doldurulamayacak bir yoldaşlık sağlar. Kaderi üzerine kesin bir açıklama getirmez ama hayatla onun arasında sıkı bir suç ortaklığı örer. Okuma gerekçelerimiz en az yaşama gerekçelerimiz kadar gariptirler ve hiç kimse bu yakınlığın hesabını soramaz. (Roman Gibi/ Daniel Pennac)

*

İngiliz şair ve eleştirmen Samuel Coleridge, bir edebi metinle karşı karşıya geldiğimizde, yazarla sessiz bir anlaşma yaptığımızdan söz eder. Yazar, bize tamamen hayal ürünü bir şey anlatmasına rağmen, geçek bir öykü aktarıyormuş gibi yapar. Biz de kurmaca anlaşmasını kabul eder ve onun anlattıkları gerçekten olmuş gibi davranırız. Coleridge, yazarla okuyucu arasındaki bu anlaşmaya “inançsızlığın askıya alınması” adını verir ve bunun bir anlatı metniyle ilişkiye girmenin temek kuralı olduğunu söyler.(… ) Aslına bakarsanız, bu anlaşma olmasa aşık bile olamayız. Çünkü farkında olmasak da, ilişkiler de romanlar gibi kurmacadır. Her kurmaca metinde olduğu gibi, yaşamın içinde de aynı kuralı uygularız. Her yeni ilişki Coleridge’nin yasasını çağırır. Çünkü her insan başlı başına bir anlatıdır. Onunla kanat açıp açmayacağınıza karar vermeden önce, anlatısına inanıp inanmadığımızı gözden geçirmemiz gerekir. Eninde sonunda bütün ilişkiler bu kuralla test edilir. (Kırmızı Kazak- Meltem Gürle)

#Samuel Coleridge
#Hikaye