Ölüm ve dostluk

04:0026/11/2017, Pazar
G: 18/09/2019, Çarşamba
Rasim Özdenören

Eugène Ionesco’nun Günlük’ünü okuyorum.İlkin orasından burasından karıştırmaya başladım.Her sayfasında ölümle burun buruna kalmış bir insanın portresi çıktı karşıma. Ölümden korkuyor. Ciddi, sahici bir korku... Boşlukta kalacağını, boşlukta sallanacağını düşünen birinin korkusu... Ölümü reddetmek istiyor, öldürmeleri kınıyor... Savaşın ürpertici halleri onu ölümün bir ucundan öbürüne savurup duruyor...Açtığım her sayfada benzer cümlelerle karşılaştım. Bu yazdıklarım onun cümleleri değil, benim ondan

Eugène Ionesco’nun Günlük’ünü okuyorum.

İlkin orasından burasından karıştırmaya başladım.

Her sayfasında ölümle burun buruna kalmış bir insanın portresi çıktı karşıma. Ölümden korkuyor. Ciddi, sahici bir korku... Boşlukta kalacağını, boşlukta sallanacağını düşünen birinin korkusu... Ölümü reddetmek istiyor, öldürmeleri kınıyor... Savaşın ürpertici halleri onu ölümün bir ucundan öbürüne savurup duruyor...


Açtığım her sayfada benzer cümlelerle karşılaştım. Bu yazdıklarım onun cümleleri değil, benim ondan anladıklarım... Kitabı atlamadan okursam belki onu daha derinden anlayacağım. Ionesco’nun Türkçeye çevrilmiş olan bütün oyunlarını okuduğumu sanıyorum. Bazılarını sahnede izleme fırsatım da oldu. Onun ironisine aşinayım. Ama onun ölüm karşısında bunca tedirginlik yaşadığını bilmiyordum. Piyeslerine bakınca onun ölüme karşı alaycı bir tavır içinde olabileceğini düşünürdüm. Öyle değilmiş...

Bir başka seferde belki onun ölüm mülahazaları üstünde de durabilirim. Ama Günlük’te karşılaştığım bir cümle beni başka bir yönüyle ilgilendirdi. Cümlenin başını sonunu bilmiyorum. Şöyle minik bir paragraf:

“Yalnız bir tek düşünceyi, bir tek amacı yaşatma borcundaydık: Karşımızdakinin mutluluğunu sağlamak, birbirimizin ayaklarına kapanmak. Birbirimiz uğruna, açık olup olmadığını bilmeden pencereden atlamaya hazır, gözlerimizin içine bakıp durmalıydık.” (Günlük, Türkçesi: Halil Can, Cümle Y., Ank. 2015, s. 141).

Bu cümleler hangi evreleri aşıp da buraya gelmiş bilmiyorum. Metni tümüyle okuyunca anlayacağım onu. Ama bu kadarcığı bile yetti benim için:

Açık olup olmadığını bilmeden bir başkası için o pencereden atlamayı göze almak...

İşte sanıyorum dostluk denilen kavramın özü burada: Kendini bir başkası, o dost için feda etmeye her an hazır bulunmak...

İki sıradan kişi birbiri için bu fedakârlıkta bulunmayı göze alabilir mi? Hayır. Kesinlikle hayır...

Birinin kendini başkası uğruna feda edebilmesi için onu dost bilmesi gerekir. Tarihte bildiğimiz bu dostluğun en kuşku götürmez, en somut örneği Peygamber (s. a. v.) ile onun sahabeleri ve bu sahabelerin kendi aralarındaki ilişki biçiminde yaşanmıştır. Onlar, dostu için pencereden atılmaya her an hazır halde duruyordu. Gerek Muhacirler'in kendi aralarındaki, gerek Ensar'ın kendi aralarındaki, gerekse Ensar’la Muhacirler arasındaki dostluk ilişkisi ve onların her birinin Allah Resulü ile olan ilişkileri baştan sona bu düzlemde yaşanmıştır.

Dostluk sevgiden farklı... Sevgide muhatabın sevildiğini bilmesi gerekmiyor. Sevgi tek taraflı olarak da işlev görebilir. Ama dostluk en az karşılıklı iki kişiyi gerektirir: Birbirini dost bilen iki kişi... İkisinden biri dostluğa cevap vermiyorsa dostluk ilişkisi kurulamaz. Ama sevgi karşılık görmese bile tek taraflı işleme imkânına maliktir.

Dostluk da sevgi de vermeye dayalı bir ilişki: Karşılık beklemeden verme, verebilme...

Sevgi muhatabından cevap görmese bile seven, canı da içinde olmak üzere, tüm varlığını sevilene feda edebilir.

Ama karşılık görmeyen dostluk ilişkisinde verme edimi kilitli kalır.

#İnsan
#​Eugène Ionesco
#Günlük