Yakın tehlike

04:0011/08/2017, Cuma
G: 17/09/2019, Salı
Özlem Albayrak

Önceki günkü haberlerde ABD ve Kuzey Kore arasındaki iplerin gerildiği ve bir savaş ihtimalinin kapıda olabileceği söyleniyordu. Ancak iki ülke arasında tansiyonun yükselmesine ve sonra da sönümlenmesine ilk kez şahit olmuyoruz. Bu tansiyon, o kadar çok oynuyor ki, artık olay karikatürleşme sınırında, neredeyse bir siyasi magazin.Öte yandan, bu ayın başında gelen bir başka askeri hareketlilik haberi, gerçek tehditle esip gürlemenin farkını ortaya koyuyor. Ve maalesef bizzat bizi ilgilendiriyor.

Önceki günkü haberlerde ABD ve Kuzey Kore arasındaki iplerin gerildiği ve bir savaş ihtimalinin kapıda olabileceği söyleniyordu. Ancak iki ülke arasında tansiyonun yükselmesine ve sonra da sönümlenmesine ilk kez şahit olmuyoruz. Bu tansiyon, o kadar çok oynuyor ki, artık olay karikatürleşme sınırında, neredeyse bir siyasi magazin.

Öte yandan, bu ayın başında gelen bir başka askeri hareketlilik haberi, gerçek tehditle esip gürlemenin farkını ortaya koyuyor. Ve maalesef bizzat bizi ilgilendiriyor. Habere göre ABD, son olarak askeri araç ve mühimmat taşıyan 100 TIR’ı daha Irak sınırından geçirerek PYD/PKK’ya teslim etti. Son iki ayda bölgeye giren TIR sayısı ise böylelikle 900’ü aştı. Silahlar arasında ABD ordusunun kullandığı yüksek hareket kabiliyetli Hummer’lar, askeri Jeepler ve vinçler de bulunuyor. Anadolu Ajansının haberine göre, sevkedilen silahlar arasında 12 bin Kalaşnikof, 6 bin makineli tüfek, 3 bin 500 ağır makineli tüfek ve diğerleri yeralıyor. Listede yüzlerce havan topu, keskin nişancı tüfeklerinin yanı sıra gece görüş dürbününden, lazer aydınlatıcılara dek bir savaşta ihtiyaç duyulabilecek her malzeme var.

Rusya Dışişleri Bakanı Lavrov’un geçtiğimiz ayın 24’ünde yaptığı açıklamada, “Suriyeli Kürtler (PYD/YPG), diğer etnik ve mezhepsel gruplarla aynı haklara sahip. Tüm etnik ve mezhepsel gruplar çözüm sürecinde yer almalı ve Suriye devleti çerçevesi içinde haklarının sağlanacağından emin olmalı” diye konuşmasını da bu bağlamda değerlendirmek gerekir diye düşünüyorum.

Nitekim, ABD’nin DAEŞ’le mücadele bahanesiyle “Kürtler” dedikleri teröristleri bölgeye uzun vadeli olmak üzere konuşlandırdığı artık sır değil. Suriye rejimi için de, DAEŞ’le mücadele için de fazla sayıda ve çeşitlilikte bulunan silahlarla ne yapılacağı ise, cevabı açıktan verilmemesine rağmen hepimizin tahmin ettiği bir soru. Belli ki Rusya da bölgedeki hareketliliğe karşı, Suriye’deki kontrolünün ve bölgede aktör olma niteliğinin elinden kaçması ihtimaline karşı pozisyon alıyor. PYD, ABD tarafından o kadar çok palazlandırıldı ki, zaten başka çaresi de yok gibi gözüküyor.

Peki ya biz? Biz ne yapıyoruz? Doğrusunu söylemek gerekirse güney sınırımızda olanları yeterince ciddiye alıyor gibi bir görüntü vermiyoruz. Orada bize yönelik hiçbir tehdit olmasa bile, sınırımızın hemen altında esmeye başlayacak bir rüzgarın bize fırtına olarak ulaştığını müteaddit defa tecrübe ettik oysa. Bence, yazdı, sıcaktı, tatildi, denizdi, kumdu demeden gözümüzü biraz da o tarafa çevirmenin zamanı geldi de geçiyor.

MEHMET GÖRMEZ
VE TARTIŞMALAR

Eskiden, Diyanet İşleri Başkanlığı, toplumun kahir ekseriyetini oluşturan dindar kitleler nezdinde pek muteber bir kurum değildi. Bunun nedeni, devlete güven yoktu, katı ve dışlayıcı laiklik ilkeleriyle dizayn edilmiş bir ülkede, din işlerini düzenleyen kurumun devletin uhdesinde bulunması, o kurumun “meşruiyetini” kafadan yaralıyordu. Vakti zamanında alınmış olan, Türkçe ezan kararı ve benzeri uygulamalar da Diyanet’in, ancak ideolojinin çizdiği çerçevede hareket edebilen, sakat bir kurum olarak görülmesine neden olmuştu. Zaten kurumun başına getirilen isimler de, ehli sünnet yolunda olan değerli ilim insanlarından değil; ceberrut devletle barışık, din algısı toplumunkinden farklı olanlar arasından seçilirdi. Bu nedenle, Diyanet’in hedef kitlesi olan insanlardan bazısı Diyanet’i baştan reddediyor, kimisi de “suya sabuna dokunmayan” bir devlet kurumu olarak kodlayarak ciddiye almamayı tercih ediyordu.

Ancak 28 Şubat sürecinden sonra, bu durum ortadan kalktı. Hem devlet dönüştü; sert, katı, Kemalist ideoloji giderek din düşmanı uygulamalardan –el mahkum- vazgeçmek zorunda kaldı, bu da Diyanet kurumunun toplumla iletişiminin yolunu açmış oldu; hem de toplum demokrasiyle ilişkilendikçe, modernizme ayak uydurdukça dönüştü. Bugün artık “Laik bir devlette din işleri kurumunun ne işi var. Din sivil alanda bulunmalı” diyecek kimse pek azdır herhalde...

Bunlar olmasaydı bile, FETÖ tecrübesinden sonra, din işlerini kurala, kaideye bağlayıp resmi bir hüviyet kazandıranların bir bildiğinin olduğu ortaya çıkardı zaten. Nitekim, FETÖ’den ağzı yanmış kitleler, bugünlerde neredeyse diğer cemaatleri bile olağan şüpheli haline getirmiş durumda. Ve böylesi bir atmosferde kimsenin “laiklikle İslam bağdaşmayacağına göre Diyanet’in varoluşu bir paradokstur” diyecek hali olduğunu sanmıyorum. Dolayısıyla Diyanet’in hepimizin gözünde yadsınamaz bir önemi, ağırlığı, yeri var. 15 Temmuz’da minarelerden okunan selaların hiç değilse içimizi ferahlattığını söylemek, herhalde abartı sayılmamalı.

Konuyu geçtiğimiz günlerde görevinden ayrılan Mehmet Görmez’e getirmek istiyorum. Hoca’nın başarılı bir dönem geçirdiği herkesçe malum, O’nun döneminde kurumun saygınlığının arttığı ve müstesna rolünün tescillendiği de doğru. Dolayısıyla hakkında ortaya atılan ve “şu saate kadar ulaşılamadı, bu saate kadar ortaya çıkmadı” şeklinde giderek bir lince dönüşen tartışmalar giderek yakışıksız bir hal alıyor. Sonuç, Görmez Hoca’ya ve Türkiye’ye hayırlı olsun demek, çok zor olmamalı.

#ABD
#Kuzey Kore
#Türkiye
#Mehmet Görmez