Naim Süleymanoğlu’nun ardından…

04:0022/11/2017, Çarşamba
G: 18/09/2019, Çarşamba
Özlem Albayrak

Olimpiyat ve dünya şampiyonumuz Naim Süleymanoğlu’nun ardından yapılan bazı olumsuz değerlendirmeleri okuduğumda doğrusu içim buruldu. Her şeyden önce O, bayrağımızı göndere çektirmiş, İstiklal Marşımızı tüm dünyaya defalarca dinletmiş, Türk ulusunu gururlandırmış, milyonlarca insanın göğsünü kabartmış birisiydi.O, Bulgaristan’da adının değiştirilmesiyle birlikte Türkiye’ye kaçmaya karar veren; Polonya’da müsabakalar sırasında karşılaştığı Türk milli takımındaki oyunculardan Mehmet Altın’dan Kur’an-ı


Olimpiyat ve dünya şampiyonumuz Naim Süleymanoğlu’nun ardından yapılan bazı olumsuz değerlendirmeleri okuduğumda doğrusu içim buruldu. Her şeyden önce O, bayrağımızı göndere çektirmiş, İstiklal Marşımızı tüm dünyaya defalarca dinletmiş, Türk ulusunu gururlandırmış, milyonlarca insanın göğsünü kabartmış birisiydi.


O, Bulgaristan’da adının değiştirilmesiyle birlikte Türkiye’ye kaçmaya karar veren; Polonya’da müsabakalar sırasında karşılaştığı Türk milli takımındaki oyunculardan Mehmet Altın’dan Kur’an-ı Kerim isteyen (Ersin Çelik’in Gerçek Hayat’ta yayınlanan
başlıklı değerlendirmesinden), yani asimilasyona karşı hem Türk, hem de Müslüman kimliğine sahip çıkan, değerleri olan biriydi. Ve sanırım ardından söylenen bazı sözlerden biraz daha iyisini hak ediyordu…

Müsabakaları esnasında Türkiye’de zamanın durduğunu; yurda döndüğünde göklerden yere tesadüfen düşmüş bir yıldız gibi karşılandığını hatırlıyorum; efsane olduğunu, Türkiye’deki hemen herkes tarafından aile fertlerinden biri gibi görüldüğünü…

Zaten bir başkası da yoktu. Evet, 80’li yıllarla özdeş bir isimdi Naim Süleymanoğlu, ama aslında zamanlar üstüydü. Sadece başarıları nedeniyle değil, uluslararası arenada olimpiyat sporcusu yokluğu çekilen bir dönemde, tüm Türkiye’yi sevinçten hop oturtup hop kaldırdığı için… Sadece zaferin değil, değerlerin de peşinde olduğu için.

En son Kıvanç Tatlıtuğ’la birlikte oynadığı banka reklamında görmüştüm Naim Süleymanoğlu’nu. Çok fazla kilo almış, olimpiyat yıllarında zafer sevinciyle dolan çehresinde daha da belirgin hale gelen sevimlilik, kaybolup gitmiş gibi gözüküyordu. Naim Süleymanoğlu değişmişti. İçimden “keşke reklamda oynamasaymış” diye geçirdiğimi hatırlıyorum, zira kendisini tanımakta zorluk çekmiştim.

Çocukluğumuzun efsanesini, alnına düşmüş kahküllerine üfleye üfleye dünyaları havaya kaldıran küçük dev adamı, tüm zamanların en iyi haltercisini, ortalama emekli modundaki bir yaşlıya dönüşmüş olarak görmek belki canımı acıtmıştı, bilmiyorum. Ama kesin olan o an hayıflandığımdı. Belli ki kendine dikkat etmiyordu.

Naim Süleymanoğlu hayata erken veda etti, ama ondan önce de zaten erken yaşlanmıştı. O’nun ölümüyle ilgili beni buran şeylerin başında da sanırım bu geliyor. Kendinin kıymetini bilmemiş, sağlığını döke saça harcamış, bu nedenle de fazla kalmadan çekip gitmiş bazı insanlara duyulan merhamet, üzüntü, yerinme, esef karışımı hisle ilgili bir şey sanırım bu.

Bu duygunun benzerini, Yeni Şafak’ın emektarları Mustafa Cambaz’ın, Nusret Özcan’ın, Hamit Can’ın (tanıyanlar bilir) ölümlerinde hissettiğim doğrudur. Ama Naim Süleymanoğlu’nun erken gidişinin açıklaması belki yukarıda saydığım üç özel kişinin bu dünyaya vermediği kıymetten farklıdır, çünkü kendini döke saça harcamanın da, pek çok sebebi ve pek çok yolu vardır.

Nitekim; kimisi fazla kırılgan, hassas, naif, bu sefil dünya için fazla iyi olduğundan, kabalıklara karşı fazla zarif olduğundan, buraya değil ötelere ait olduğundan kendini bırakır. Bazısı en yüksek rakımları, yüceleri gördüğünden dolayı, bu hayatın bir numarası olmadığını anlamaklıktan doğan bir bıkkınlıkla derinlerinde bir yerlerde hayattan soğur. Bir başkasının tek gerekçesi çok özel olmasına rağmen kendine iyi davranmayı bilmemesi, yaşamayı bir türlü öğrenememesidir. Kimisi de ömrünün geri kalanını vaktiyle çıkmış olduğu zirveyi hatırlamakla geçirir, yaptıklarıyla şiir yazmak ve yapmayı bıraktıktan sonra yazacak bir şey bulamamak da hayatı kıymetsizleştirebilir, bu da bir tür naifliktir.

Hangi gruptan olursa olsun, bu insanların hiçbirinin uzun yaşadığını görmedim.

Naim Süleymanoğlu’nun hangi gruba girdiğini bilebilmek için O’nu yakından tanımak gerekirdi; hatta O, bu gruplardan hiçbirine girmeyebilir de. Ama çocukları olduğu halde hiç evlenmemesi, bir aile kurmaması; konuşmayı hiçbir zaman sevmemiş olması ve O’nu ketum gösteren diğer özellikleri, kendine ait ve kapıları dışarıya pek de açık olmayan bir dünyası olduğunun delili... Bu dünyanın O’na pek de yaramadığı besbelli.

Sonuçta, hepimizin O’na gönül borcumuz olduğuna inanıyorum.

Allah rahmet eylesin, mekanı cennet olsun.

#Naim Süleymanoğlu
#Olimpiyat
#Vefat