Kudüs için ses geldi

04:0015/12/2017, Cuma
G: 18/09/2019, Çarşamba
Özlem Albayrak

Önceki gün Kudüs özel gündemiyle toplanan İslam İşbirliği Teşkilatı’ndan, içimizi ferahlatan, yüreklerimizi soğutan, kınamadan öteye gidebilen tarihi bir karar çıktı. Cumhurbaşkanımız Erdoğan’ın güçlü konuşmasını da belirleyen bu sonuca göre, İslam ülkeleri Doğu Kudüs’ü Filistin’in başkenti olarak tanıma kararı aldılar. Dünyaya da Filistin’in başkentini tanıma yolunda çağrı yaptılar.ABD’nin düşüncesizce, hukuksuzca attığı, Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanıma kararına karşı verilebilecek en

Önceki gün Kudüs özel gündemiyle toplanan İslam İşbirliği Teşkilatı’ndan, içimizi ferahlatan, yüreklerimizi soğutan, kınamadan öteye gidebilen tarihi bir karar çıktı. Cumhurbaşkanımız Erdoğan’ın güçlü konuşmasını da belirleyen bu sonuca göre, İslam ülkeleri Doğu Kudüs’ü Filistin’in başkenti olarak tanıma kararı aldılar. Dünyaya da Filistin’in başkentini tanıma yolunda çağrı yaptılar.


ABD’nin düşüncesizce, hukuksuzca attığı, Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanıma kararına karşı verilebilecek en şık karşılık herhalde bu olurdu. Oldu.

Bildiride, “ABD yönetimi barış sürecindeki rolünden çekilmeli” çağrısıyla birlikte ABD’nin kararından geri adım atmadığı takdirde tüm sonuçlarından sorumlu olacağı da vurgulandı. Filistin Devlet Başkanı Mahmut Abbas da bundan böyle barış görüşmelerinde ABD’yi istemediklerini bildirdi. BM’ye de çağrı yapılan Bildiri’de, Kudüs’ün statüsüyle ilgili hukuki çerçeve de hatırlatılarak şöyle dendi:

“ABD’nin büyükelçiliğini Kudüs’e taşıyarak, Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanıma beyanı; uluslararası hukukun ve özellikle de Dördüncü Cenevre Sözleşmesi’nin ve uluslararası meşruiyeti bulunan tüm ilgili kararların, bilhassa da BM Güvenlik Konseyi’nin 478 (1980) ve 2334 (2016) sayılı kararlarının, barış sürecinin Kudüs-ü Şerif’i nihai statü konusu olarak tespit eden temellerinin ciddi bir ihlalini teşkil etmektedir. Amerika Birleşik Devletleri’nin bu bağlamda imzalamış olduğu Anlaşmalar ve verdiği taahhütler bu beyanın hemen geri çekilmesini gerektirmektedir”.

Bunları kısaca hatırlamak gerekirse; BM’nin 1980 tarihli 478 nolu kararı, İsrail’in 1980 yılında tek taraflı olarak Kudüs’ün Doğusunu ve Batısını “birleşik başkent” ilan etmesine tepki olarak alınmıştı. Karar, İsrail’in Kudüs’ü ilhak ve başkent ilanını geçersiz sayıyordu. Dördüncü Cenevre Sözleşmesi de, Kudüs’ün statüsünü korumayı öngören hükümler içeriyor ve bu konuda BM’yi sorumlu kılıyordu.

2016 yılındaki 2334 tarihli BM kararı ise, İsrail’in işgal altındaki Filistin topraklarında yasadışı tüm yerleşim faaliyetlerini, “hemen ve tamamen” durdurmasını öngörüyordu. Güvenlik Konseyi üyesi 15 ülkeden 14’ü karar tasarısı için “evet” oyu vermiş; veto hakkı bulunan ama bu hakkı kullanmayan ABD “çekimser” oy kullanarak Filistin lehine bir tavır ortaya koymuştu. İsrail ise bunun akabinde hem sözkonusu karara uymayacağını belirtmiş, hem de ABD’ye çok sert tepki göstermişti.

Geldiğimiz noktada Filistin daha yalnız. BM’nin kararları İsrail nezdinde bağlayıcı olmasa bile, uluslararası toplumun dikkatini çekmesi, ortak insanlık vicdanının sesini yansıtması, İsrail’in yaptıklarını dünya kamuoyu önünde açığa çıkarması itibariyle yer yer caydırıcı olabiliyordu. En azından İsrail, Filistin’i kolonileştirme politikalarını göstere göstere ve ivedilikle değil, üstü örtülü ve zamana yayarak uygulamaya mecbur kalmıştı. Oysa bugün, ABD bırakın çekimser oy kullanmayı, büyükelçiliğini Kudüs’e taşıma kararı aldı. Bu, barışa hizmet etmedi, İsrail’i cesaretlendirmeye; daha çok Filistinli’yi yerinden etme, daha açıktan zulmetme, daha çok insan öldürme konusunda elini güçlendirmeye yaradı.

Üstelik şu anda İslam dünyasının iki yeniyetme sorunu var. Birkaç yıl içinde Arap yarımadasını düşmanlık tohumlarıyla doldurmayı başarabilen, İsrail ve ABD çıkarlarını dindaş ve komşu oldukları ülkelerle dostluğa önceleyen iki prens. Biri Birleşik Arap Emirlikleri veliaht Prensi Muhammed bin Zayid, diğeri Suudi Arabistan veliahtı Muhammed bin Salman. Bu iki ülke, İslam İşbirliği Teşkilatı’nın Kudüs Özel Zirvesi’ne; Dış İşleri Bakanı’nı ve İslam İşleri Heyet Başkanı’nı gönderdi. Henüz veliaht olmalarına rağmen ülkelerinin politika yapıcıları haline gelmiş oldukları besbelli olan Prensler görünen o ki, Amerikan ve İsrail çıkarlarını; bazı Müslüman toplumların dönem dönem maruz kaldığı etnik temizlik, yerlerinden sürülme gibi konularda tavır koymak gibi, Filistin meselesine senkronize ve duyarlı hareket etmek gibi bir İslam ülkesinin temel görevi olması gereken duruşun üstüne yerleştirmiş. Bu yüzden Filistin daha yalnız. Öte yandan, sayıca daha az olmak daha az güçlü olmak anlamına gelmiyor. ABD’nin bir yıl içinde İsrail lehine değişen tutumuna Birleşik Arap Emirlikleri ve Suudi Arabistan’ın, hatta toplantıya sadece Dış İşleri Bakanı’nı gönderen Mısır’ın sade suya tirit göstermelik kınama açıklamalarıyla neredeyse destek vermesi; İslam İşbirliği Teşkilatı’nın Kudüs Zirve’sini gölgelemedi. Gölgelemek bir yana belki daha da güçlü kıldı, zira “mış gibi yapan”ların olmadığı zirveden çıkan sesin tonu çok güçlü, üslubu son derece caydırıcıydı.

Sonuç mu? Bu zirve Filistin’le ilgili verilmiş en yüksek perdeden sesti, kısa ve orta vadede birtakım sonuçlarının olacağı da kesin. Prestijlerinin kaybolduğu Arap sokaklarının sempatisini nasıl toplayacaklarını da Körfez’in iki karanlık prensi düşünsün artık.

#ABD
#Ortadoğu
#Kudüs
#İsrail