Huber Köşkü notları

04:0021/06/2017, Çarşamba
G: 17/09/2019, Salı
Özlem Albayrak

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın geçtiğimiz cumartesi (17 Haziran 2017) medya patronlarına, medya mensuplarına ve gazetecilere verdiği iftar daveti oldukça ses getirdi. Pek çok köşe yazısında, iftardaki mönüden sigaracılar arasındaki esprilere kadar hemen tüm detaylar paylaşıldı. Yemekteki memnuniyet verici manzaraların başında ise bana göre, Cumhur-başkanı’nın kendisini az ya da çok eleştiren pek çok köşe yazarını da iftara davet etmiş olması, tüm misafirlerini güler yüzle ve tek tek tokalaşarak uğurlaması

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın geçtiğimiz cumartesi (17 Haziran 2017) medya patronlarına, medya mensuplarına ve gazetecilere verdiği iftar daveti oldukça ses getirdi. Pek çok köşe yazısında, iftardaki mönüden sigaracılar arasındaki esprilere kadar hemen tüm detaylar paylaşıldı. Yemekteki memnuniyet verici manzaraların başında ise bana göre, Cumhur-başkanı’nın kendisini az ya da çok eleştiren pek çok köşe yazarını da iftara davet etmiş olması, tüm misafirlerini güler yüzle ve tek tek tokalaşarak uğurlaması geliyordu.


Bu durum, onun konuşmasında ifade ettiği “Benim özellikle bir ricam da şudur, gerçekten sizler gerek hükümetimizle gerek şahsımla, ne konuşuyorsam, aynı şeyi konuşmak zorunda değilsiniz ama bir şeyi özellikle rica ediyorum. O da şudur: Yerli ve milli olarak ülkemizin ve milletimizin menfaatinin olduğu yerde bana göre diğerleri teferruattır. Buna dikkat etmemiz lazım” sözleriyle de uyuşuyordu.

Nitekim medya; simgeleri, söylemleri ve imajları yöneterek kitlelere ulaşma, onları etkileme imkanına sahip bir aygıt. Medya bu gücünü etik ilkeleri dikkate alarak kullanabileceği gibi; toplumu yalan yanlış ve abartılı bilgiler kullanarak, ortak duyguları istismar ederek, kitlelerin bir çıkar grubunun arzu ettiği gibi düşünmesini sağlayarak da kullanabilir. Hatta genellikle kullanır. Bu sadece Türkiye’ye has bir durum değildir elbette ama kabul etmek gerek ki, Türk basın tarihi, bu türden rezaletlerin tarihidir.

Elbette bu durumun oluşmasında, bizim ülkemize özgü bir durum olan keskin ideolojik ayrışmadan, patronajın genelde başka alanlarda da faaliyet gösteren işadamlarından oluşmasına dek irili ufaklı çeşitli sebepler var, ancak konudan sapmadan söylemek gerekirse Erdoğan’ın iftarda konuşurken sözünü ettiği “ülkenin ve milletin menfaati” konusu, hele de Türkiye’nin FETÖ’yle mücadelesinin CHP lideri Kılıçdaroğlu eliyle tartışmaya açılmak istendiği böylesi zamanlarda daha da önemli hale geliyor.

Hatırlayalım, Bush yönetimi, Irak Savaşı öncesinde Saddam Hüseyin’in kimyasal silah ürettiği ve bütün dünyayı tehdit ettiği fikrini yaymış, bunun aslı astarı olmayan bir kara propaganda olduğu ise, iş işten geçtikten çok sonra ortaya çıkmıştı. FETÖ’nün, MİT Tırları operasyonuyla Türkiye’ye yapmak istediği aynıydı. Operasyonla murad edilen, Türkiye’nin IŞİD’e silah gönderdiği kara propagandasıyla algı oluşturmak, bu algıyı gerçek zannedilmesine yetecek kadar çok defa tekrarlamak ve son aşamada sözkonusu algının çeşitli medyalar yoluyla uluslararası platformlarda yerleşmesini sağlamaktı. “Türkiye IŞİD’e sialh gönderiyor” şayialarının ilk olarak Today’s Zaman yoluyla 2013 başlarında yayılmaya başlamış olması asla tesadüf değildi. Konunun medya organları tarafından her kaşındığında, derhal İngilizce hashtaglerle desteklenmesi de öyle...

Nitekim Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın konuşmasında özgürlüklerin sınırlarından sözederek, “Nasıl siyasetçiler hukuk içinde hareket etmek zorundaysa, şüphesiz ki gazetecilerin de medya dünyası mensuplarının da aynı şekilde hukuka bağlı kalmak zorunda olduğu bir Türkiye’de yaşıyoruz. Kaldı ki özgürlük dediğimiz şey sınırsız hürriyetin olduğu bir şey değildir... Ben de kalkıp sınırsız özgürlüğe sahip olduğumu söyleyemem. Ben de bir başkasının özgürlük alanının sınırına kadar bunu kullanabilirim. Daha ileri gitmem mümkün değil. Batıdaki bazı kuruluşlar sürekli bize gelirler, hapisteki gazeteciler teranesi, tutturmuş gidiyorlar. Biz yurt dışına çıktığımızda aynı şeyi söylüyorlar; ‘İşte sizin cezaevlerinde çok tutuklu gazeteci var.’ Bugün ülkemizde, size Bakanlığımızın rakamlarını veriyorum, mesleğini gazeteci olarak ifade ederek cezaevlerinde bulunan 177 kişiden sadece 2’si sarı basın kartı sahibidir. Bakın sadece 2’si sarı basın kartı sahibidir. Bu 177 kişiden biri cinayet suçundan, diğerleri de terör örgütleriyle olan ilişkileri sebebiyle cezaevinde bulunuyor” demesi, medyaya ciddi bir mesaj özelliği taşıyordu.

Aynı şekilde Erdoğan’ın, “Haber peşinde koşmakla, ihanete aracılık etmek tamamen farklı şeylerdir. Manşetini, kalemini, gazete sayfalarını, terör örgütünün emrine verenlerle, eline silah alıp dağa çıkan arasında temelde bana göre hiçbir fark yoktur. Terör örgütü mensupları ile işbirliği içinde hukuku çiğnemenin, milli güvenliği tehdit eden eylemlere girişmenin elbette bir müeyyidesi olacaktır.” şeklindeki ifadeleri de MİT Tırları haberini yayınlamayı gazetecilik faaliyeti olarak görmediğini açık ediyordu.

Sonuçta, Erdoğan’ın kendi sözlerinin motamot tekrarlanması gerekmediğini söyleyerek konuşmasının tamamına sinen bir üslupla eleştiri ile ihanet ayrımı yapması, bu tavrın konuk listesinde de gözükmesi mühimdi. Hele de manşetlerle çarpışa çarpışa iktidara yürümüş bir lider için daha anlamlı ve bir özgüven göstergesiydi.

Bir de köşe yazılarından anlaşıldığı kadarıyla, davetliler arasında Demirel’in Cumhurbaşkanlığı döneminde de Huber Köşkü’nde davetlere katılan, dolayısıyla Huber Köşkü’nün eski ve yeni halini kıyaslama imkanı bulan gazeteciler varmış. Bazılarımızın yaşı belki yetmez, ama yeten muhafazakar gazeteciler arasında Huber Köşkü’nün eski ve yeni halini kıyaslayacak kimse var mıdır diye aklımdan geçmedi değil. Yukarıda medyanın düzenini anlatırken keskin ideolojik ayrışma dedik ya, kendisi gibi olmayanı ötekileştirme şeklindeki “devlet geleneği”ni yıkmak bile bu iktidara nasipmiş demek ki…

#Recep Tayyip Erdoğan
#Huber Köşkü
#İftar
#FETÖ