Ekonomik büyüme ve eşitsizlik

04:0021/07/2017, Cuma
G: 17/09/2019, Salı
Özlem Albayrak

İktisat teorisinde, serbest piyasa ekonomisinin kendi içindeki dinamiğini anlatmak için sık sık kullanılan bir deyiş vardır: “Gizli El”. Bu mantığa göre bireyler kendi faydaları için, üreticiler de kâr peşinde koştukları takdirde, ekonomide devlet müdahalesine gerek kalmaz.Ekonomiyi dışarıdan bir müdahaleye gerek kalmayacak şekilde düzene sokan bu sistemin adı da görünmez eldir, Adam Smith’in ortaya attığı bu laf, liberallerin öteden bu yana kuralıdır, mottosudur, -teşbihte hata olmaz- hadis-i şerifidir.

İktisat teorisinde, serbest piyasa ekonomisinin kendi içindeki dinamiğini anlatmak için sık sık kullanılan bir deyiş vardır: “Gizli El”. Bu mantığa göre bireyler kendi faydaları için, üreticiler de kâr peşinde koştukları takdirde, ekonomide devlet müdahalesine gerek kalmaz.


Ekonomiyi dışarıdan bir müdahaleye gerek kalmayacak şekilde düzene sokan bu sistemin adı da görünmez eldir, Adam Smith’in ortaya attığı bu laf, liberallerin öteden bu yana kuralıdır, mottosudur, -teşbihte hata olmaz- hadis-i şerifidir. Ama ilginçtir, aynı Adam Smith’e göre “Büyük servet olan yerde, büyük eşitsizlik vardır. Bir kişinin çok zengin olabilmesi için en az 500 fakir gerekir.”

Doğrusu bu, Adam Smith’in hergün duyduğumuz sözlerinden, mottolaşmış deyişlerinden birisi değil, insan iki yaklaşımın aynı filozofa ait olduğuna bile emin olamıyor. Yine de bunda şaşıracak bir durum yok, zira buna eşitsizlik teorisi deniyor ve tıpkı “görünmez el” deyişi gibi liberallerin inandığı ve desteklediği bir yaşam biçimini tasvir ediyor.

Bunda bir sorun yok, sorun bugünlerde elimde olan “Azınlığın Zenginliği Hepimizin Çıkarına mıdır?” isimli kitapta söylendiği gibi bu durumun geniş kitleler tarafından içselleştirilmiş olmasında: “Zengin ülkelerdeki sosyal eşitsizlik, eşitsizlik doktrinlerine olan inancın sürmesi sayesinde hayatta kalır. Ve yaşadığımız toplumun ideolojisinin büyük bölümünde yanlışlıklar olabileceğini fark etmek insanları hayrete düşürebilir”.

Peki, sosyal eşitsizliği büyüten inanışlar nelerdir? Birincisi; tüm sorunların üstesinden gelebilmenin tek yolunun ekonomik büyüme olarak görülmesi. İkincisi, sürekli artan tüketimin insanoğlunun mutluluk arayışını tatmin edecek tek yol olarak görülmesi. Üçüncüsü, İnsanların eşit olmamasının doğal ve normal bir durum sayılması, zenginliğin yüceltilip, yoksulluğun ayıplanması gereken bir kusur olarak görülmesi. Ve dördüncüsü ise, rekabetin hem sosyal adaletin, hem de sosyal düzenin koşulu olarak görülmesi…

Bunların tamamıyla ilgili yorum yapmaya bu köşenin sınırları yetmez, ancak, en “bariz” inanış olarak ekonomik büyümenin tüm sorunları çözeceğiyle ilgili “Batılı” mit hakkında birkaç şey söylenebilir sanırım. Zira ekonomik büyümenin, kalkınmanın, refahın ve insan mutluluğunun teminatı olduğu yönünde zımni bir kabulümüz var, hepimizin var.

Oysa elimizde, ekonomik büyümenin tüm sorunlarımızı çözdüğüyle ilgili bir veri yok, aslında bu efsane modern ekonomi teorisinin bir kabulü. Zira, ekonomik büyümenin sınırı olmak zorundadır, çünkü varlık artışı sınırsız değildir. Anlayacağınız, büyümenin sona ermesi ve ekonominin durağanlaşması mukadderdir, yani kaçınılmaz olandır. Yine de modern ekonomi teorisyenleri, büyümenin bir noktada durağan hale gelmesini önlemek için de bir takım çözüm yolları bulmuştur ama…

Bu çözümlerden biri, bankalar ve para akışı üzerindeki düzenlemelerin kaldırılmasıyla oluyor. Bu da –bildiğiniz gibi Türkiye’de de çok tartışılan- faiz düzeninin güçlenmesinin yanı sıra, zenginlerin daha çok kâr etmek ve sömürmek için en uygun, en iyi alanları arayıp bulmalarına, böylece servetlerine servet katmalarına olanak tanırken, fakirleri daha da fakirleştiriyor. Onların çalışacak bir iş bulması, zenginlerin keyfine kalmış oluyor.

İlginçtir, ekonomik büyüme herkesi refaha götüren bir yol olarak değerlendirilir, en azından bu yazıyı okuyan sizler ve bendeniz öyle biliriz. Büyümeyle birlikte ortaya çıkan GSMH’deki artış büyük bir övünçle ifade edilir. Ancak bu artışın ne şekilde dağıldığıyla ilgili bilgi verilmez. İstatistikler söylemese de aslında toplam varlıktaki artış, derinleşen sosyal eşitsizliğe paralel gider. Varlıktaki artışın piramidin üstüyle altına eşit dağıtıldığını düşünmemiz istenir, öyle de yaparız. Oysa piramidin üst kısmı yıldan yıla daralırken, geri kalan bölümler aşağıya doğru inildikçe artan bir ivmeyle genişler…

Bugün dünyanın en zengin 10 kişisinin varlığı, dünya sıralamasında ilk 10’a girmiş ülkelerin bütçesine, -mesela dünya beşincisi olan Fransa’nınkine- denktir.

Bu şöyle oluyor: Büyümenin sürmesi için, bankalar ekonomiye kontrolsüz kredi sunuyor. Bu, finans endüstrisinin tepesindekilere kolay para kazandırıyor, ama hayatlarının seyri ekonomideki iniş ve çıkışlara bağlı olan sıradan vatandaşın, reel ekonomide yaşayan ve çalışan insanların zaten yetersiz olan varlıklarını daha da kurutuyor. Çünkü paradan para kazanma işi, yeni sahalar ve iş imkanları yaratmaz, sadece varolanı elinde az para olandan, elinde çok para olana doğru transfer eder.

Ekonomist değilim ama bunun çözümü, ihtiyaçların hesaplanması ve toplumun üretim kapasitesinin bunu karşılamak üzere mobilize edildiği bir ekonomi modeli olabilirdi sanırım. Böylesi, insan doğasına daha yatkın olurdu tahminim. Hem bir noktada büyüme ve para durağanlaşacaksa, başka çare de yok demektir zaten…

Azınlığın Zenginliği Hepimizin Çıkarına mıdır? sorusunun cevabı olumsuzdur yani. Katılmayacağınız noktaların, katılacaklarınızdan az olacağını düşündüğüm hap gibi 77 sayfalık kitabı okumanızı öneririm…

#İktisat teorisi
#Ekonomist