Devlet yerinde duruyor, peki ya sen?

04:0018/08/2017, Cuma
G: 17/09/2019, Salı
Özlem Albayrak

Bir süredir bir devlet tartışması var Türkiye’de. Daha önce başlayan ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın twitter hesabında yazılı olan “Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı” ibaresinin “Türkiye Cumhurbaşkanı” olarak değiştirilmesiyle devam eden bir tartışma bu. Erdoğan’ın twitter hesabındaki değişiklik, eski rejime, eski devlete, Cumhuriyet’e karşı bir meydan okuma olarak görüldü. Cumhurbaşkanlığı’nın yaptığı açıklamaya göre ise değişiklik, hesabın tanıtım bölümüne AK Parti Genel Başkanı titrinin de eklenmesi

Bir süredir bir devlet tartışması var Türkiye’de. Daha önce başlayan ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın twitter hesabında yazılı olan “Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı” ibaresinin “Türkiye Cumhurbaşkanı” olarak değiştirilmesiyle devam eden bir tartışma bu. Erdoğan’ın twitter hesabındaki değişiklik, eski rejime, eski devlete, Cumhuriyet’e karşı bir meydan okuma olarak görüldü. Cumhurbaşkanlığı’nın yaptığı açıklamaya göre ise değişiklik, hesabın tanıtım bölümüne AK Parti Genel Başkanı titrinin de eklenmesi nedeniyle yapıldı. Çünkü, twitterda karakter sayısı sınırlıydı. Hesapta, iki titrin bir arada yeralması kısaltma yapılması ihtiyacı doğurmuş ve ortaya bu görüntü çıkmıştı.

Cumhuriyet demek halkın egemenliği demek oysa, halkın oylarıyla 15 yıldır iktidara gelebilen bir liderin ya da o liderin hesabını yöneten ekibin, neden Cumhuriyet ibaresini kaldırmak isteyebileceği ayrı bir konu. Nitekim Cumhurbaşkanı kavramı, yer yer hala kullanıldığı şekliyle Reis-i Cumhur, yani halkın reisi anlamına geliyor.

Bu işin ayrı bir vechesi. Tartışmanın şu haklı, bu değil tarafında da değilim; ancak Cumhuriyet’in kurucu ideolojisini savunanların, her muhafazakar iktidar döneminde; “devleti ele geçiriyorlar, değiştirmek istiyorlar, yıkma planı yapıyorlar” şeklinde bir teyakkuz içinde olduğu da bir sır değil. Bu teyakkuz, sözkonusu kitleyi olmaması gerektiği kadar septik, neredeyse şizofren hale getiriyor ve ortaya memleket gündemini –bence- fındık kabuğunu doldurmayacak tartışmalarla işgal sonucunu çıkarıyor.

Devlet olması gerektiği gibi, onyıllar içinde ağır ağır değişiyor, dönüşüyor, bu doğru. Ama buna “yıkılmak” denemez. Üstelik “devleti yıkıyorlar” diyenler, bugün devlete karşı en mesafeli duranlar arasından çıkıyor. Hatta, eski düzenin sıkı savunucuları, bugün neredeyse birer devlet düşmanına dönüşmüş durumda. Neden mi sözediyorum, şundan:

Bu kimseler için eskiden “devlet bekası” mühimdi, “Türk devletinin ulusal güvenliği” dendi mi, akan sular dururdu. Türk Devleti’nin “bölünmez bütünlüğü” uğrunda her türlü insan hakkından, özgürlükten, demokratik ilkeden taviz verilebilirdi. Ne başlıklar gördü bu gözler: Cezaevinde açlık grevi yapan mahkumların yanarak ölmesine sebep olan operasyon hakkında atılan “Devlet girdi” başlığı unutulabilir mi? Peki, vakti zamanında aydınların pek azı dışında kalanların Kürtlere “kart-kurt” diyen devlet söylemini yıllar boyunca aynı şekilde gazete sütunlarında, ekranlarda tekrarlamaları… Muhafazakarlar iktidarı devralıp devlet ve uyruklar arasındaki kopukluğu gidermek üzere adım atıp Kürt açılımı yapmaya kalkıştığında ise, kent tabanlı sol-kemalist aydınlar (daha sonra onlara liberaller de katıldı) Doğu’yu ve Kürt gerçekliğini hatırladı.

Ne çabuk unuttuk, bir zamanlar bu ülkede kontr-gerilla haniyse desteklendi, keyfi zulümler görmezden gelindi. Cezaevlerinde işkenceler yapılırken, Kürt çocukları devlet tarafından sırtlarından kurşunlanırken, medya üç maymunu oynadı. Bu kesim, Gezi sırasında ise, güvenlik güçlerinden adeta düşmandan bahseder gibi bahsediyordu. Aynı kesim, MİT TIR'larına çekilen ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin en hafifinden elini zayıflatan FETÖ operasyonunu, “özgür basın” söylemleriyle meşrulaştırmaya girişti. Eskiden olsa, operasyonu yapan kişiler, devletin bekası adına manşetlerden ipe çekilirdi.

Eskiden ülkenin en önemli sorunu terör ve güvenlikti, şimdi Eren Bülbül olayında da açık şekilde görüleceği üzere; güvenlik kuvvetleri medya tarafından eleştirilere muhatap oluyor, bu yolla terör örgütüne yönelmesi gereken ortak öfkenin, yönü değiştirilemese bile yoğunluğu azaltılmış oluyor. Keza, bir zamanlar Türkiye’de askeri elitin rolü çok güçlüydü ve bu değer “ordu gözbebeğimizdir” sözünde formüle ediliyordu. Bu kutsallığın sona erdiğini söylemek mümkün değil hala, ama yara aldığı kesin. Süheyl Batum’un askere “kağıttan kaplan” dediği günlerin üstünden çok geçmedi. Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar hakkında sosyal medyada gördüğüm küçümseyici ifadelere baktığımda ise, askerin bu ülkede eskisi kadar kutsal olmadığını rahatlıkla söyleyebiliyorum.

AK Parti iktidarından sonra özellikle PKK konusunda küresel güçlerin tavrı da değişti elbette. Bir süre önce PKK’yı terör örgütü olarak tanıyan ABD ve Avrupa devletleri, Türkiye’deki PKK, FETÖ başta olmak üzere, tüm illegal örgütleri desteklemeye başladılar. Onların en azından Türkiye’nin çıkarlarını düşünmek gibi bir sorumluluğu yoktu. Ama Türkiye’de yaşayan, burada doğmuş, bu ülkeyi ülkesi bellemiş olanların en azından böyle bir görevi, vicdani ödevi bulunuyordu.

Uzatmak istemem; mesele devlet tartışması değil aslında. Bu tartışma, neredeyse Cumhuriyet’in tarihiyle yaşıt olan, o bıktırıcı, kusturucu rejim tartışması hala. Zira herkes bal gibi biliyor ki, kimsenin devleti yıktığı filan yok, devlet yerinde duruyor. İktidara gelen devletin bekasını düşünmek durumunda kalıyor, iktidarı kaptıran da devlet muhalifi oluyor. Ne devletin güvenliği, ne ulusal birlik, ne beka, ne de politik-teritoryal bütünlük muhalifin umurunda olmuyor.

Bilemiyorum, belki işin doğası budur, bunda yadırganacak bir durum yoktur. Ama en azından, uzun zamandır devlet zerrece umurunda değilmiş gibi davrananlar, bir de devlete sahip çıkıyormuş gibi yapmasa daha iyi olurdu sanki. Devletin bekası, “devlet elden gidiyor” diyenlerin kırmızı çizgisi değilmiş, hiçbir zaman olmamış çünkü. Gördük.

#Türkiye
#FETÖ