Tekbiri çalarak muhafazakarlaşmak...

04:0017/09/2017, Pazar
G: 17/09/2019, Salı
Ömer Lekesiz

Şehit cenazelerindetekbir çalınmasıylailgili olarakYalçın Çetinkaya Hocamınyazdığıikinci yazıüzerinde duracağımı söylemiştim.Öncelikle, şahsıma ilgili rikkat yüklü güzel kelimeleri için teşekkür ediyorum. Rabbimiz, dostlarımızın aynı zamanda sorumluluğumuzu artıran hakkımızdaki güzel bakışlarına ve nitelemelerine karşı bizleri mahcup etmesin inşallah.Gerçi bu arada İçişleri Bakanlığı da, birkaç gün önce valiliklere gönderdiği genelge ile konuyu (gündemden de düşürecek şekilde) resmileştirdi ve uygulamasını

Şehit cenazelerinde
tekbir çalınmasıyla
ilgili olarak
Yalçın Çetinkaya Hocamın
yazdığı
üzerinde duracağımı söylemiştim.

Öncelikle, şahsıma ilgili rikkat yüklü güzel kelimeleri için teşekkür ediyorum. Rabbimiz, dostlarımızın aynı zamanda sorumluluğumuzu artıran hakkımızdaki güzel bakışlarına ve nitelemelerine karşı bizleri mahcup etmesin inşallah.

Gerçi bu arada İçişleri Bakanlığı da, birkaç gün önce valiliklere gönderdiği genelge ile konuyu (gündemden de düşürecek şekilde) resmileştirdi ve uygulamasını da şöyle sabitledi:

“İçişleri Bakanlığı, mensubu her rütbe ve görevdeki muvazzaf ve yükümlülerden şehitler ile güvenlik korucularından şehitleri, ebedi yolculuklarına uğurlarken törenlerde ‘ti’ işaretinin verilmemesi, saygı duruşunda herhangi bir çalgı aleti çalınmayarak sessizlik sağlamak suretiyle icra edilmesi esastır. Şehitliğin maneviyatına ve milletimizin gönlündeki yerine uygun olarak şehit cenazelerinde ihtiram yürüyüşü, Itri’nin ‘Segâh Tekbiri’ ile yapılacaktır.”


Ancak bu, Çetinkaya’nın, “Şehid cenazesinde tekbir çalınınca sorun çözüldü mü?” başlıklı yazısında, eylemin mana ve ruhuna uygun olarak yaptığı öneriyi geçersiz kılmamakta, bilakis, bir törenler toplamından ibaret devletin, din ile bu bağlamda kurduğu ilişkinin sıhhatini dikkatle gözetmeyi zorunlu kılmaktadır.

Çetinkaya’nın “
Eğer kaldıysa tabiiliğimizi ve –varsa– vak’arımızı koruyalım yeter.
” şeklindeki vurucu cümleyle bitirdiği önerileri şöyleydi:

“Kişisel olarak Müslümanların cenazelerinde bu tür uygulamaları tasvib etmiyorum. Ancak cumhuriyetten sonra başlayan bu Hıristiyan cenaze tören şekli bizde de uygulandıktan sonra, insanî olarak karşı bir şey yapma ihtiyacı hissedilebilir. İfade ettiğim gibi, Müslümanın cenazesi sükûnet içinde, dualar ile defnedilmeli. Ama ille kendi geleneklerimize aykırı olmayan bir tören düşünülecekse, bunu bando takımı ile yapmak yerine, her il ve ilçede müftülüklerin sadece şehid ve protokol cenazeleri için görevlendireceği, mûsikî bilgi ve eğitimi yüksek, sesleri ve icrâsı düzgün sekiz-on kişilik müezzin grubunun hiçbir enstruman desteği olmadan, Itrî’nin Segâh tekbirini seslendirmeleri düşünülebilir. Bu tür şehid ve protokol cenazelerinin dışında da vatandaş kendi cenazesini istediği gibi defnedebilir, isterse müftülüğe müracaat edip cenazelerde Tekbir’i okuyacak müezzin grubunu da taleb edebilir. Böylece hem müftülüklerde profesyonel Tekbir müezzinliği kadroları ihdas olur, hem de bando kışlasına çekilir, orada askeri törenlerde çalmaya devam eder. Ama zaten vatandaş kendi cenazesinde Segâh makamının hakkını veremese de Tekbîr’i icrâ ediyor. Bu hususta ille birilerinin yaptığı yanlışa başka bir yanlışla veya doğru olduğuna inandığımız ama bizi yanlışa sürükleyecek zamansız bir uygulamayla ve rövanş duygusuyla cevap vermemiz gerekmeyebilir.”

Ben de Çetinkaya gibi, uygulamanın
serbestiyeti sınırlandırmamasına
ve dolayısıyla, “
Chopin’i kovduk, Itrî’yi getirdik
” tarzında rövanşist yaklaşımları beslemesine karşı olmakla birlikte, konunun
asıl
, Modernizmle iç içe geçen din ve devlet ilişkilerini konuşmamıza, İslam inancının özgünlüğünü zedeleyebilecek muhafakar tutum ve davranışların analizine vesile olmasından yanayım.

Bunları derken, birilerinin “Modernizm din ve devlet işlerini birbirinden ayırmak için laikliği icat etmedi mi? Siz hâlâ nasıl bir iç-içelikten söz edebiliyorsunuz?” diye sorabileceklerini göz ardı etmiyorum.

Cevabı başkalarınca çok önceden verilmiş olan bu hususu, benim tekrar deşelememe gerek yok. Örneğin,
Carl Schmitt
, denmesi gerekeni çok önceden demişi:

“Modern devlet kuramının bütün önemli kavramları, dünyevileştirilmiş ilahiyat kavramlarıdır. Sadece tarihsel gelişimleri dolayısıyla değil, -çünkü bu kavramlar ilahiyattan devlet kuramına aktarılmışlardır; örneğin her şeye kadir Tanrı, her şeye kadir kanun koyucuya dönüşmüştür- bu kavramların sosyolojik yönden incelenmesi için anlaşılması gereken sistematik yapıları dolayısıyla da dünyevileştirilmişlerdir. Olağanüstü halin hukuk için taşıdığı anlam, mucizenin ilahiyat için taşıdığı anlama benzer. Yalnızca bu benzerlik akılda tutularak devlet felsefesine ilişkin fikirlerin son yüzyılda kaydettiği gelişim anlaşılabilir. Modern hukuk devleti düşüncesi, deizm (yaradancılık) ve mucizeyi dünyadan kovan ilahiyat ve metafizikle beraber galebe çalmıştır.” (Siyasi İlahiyat, Çev.: A. Emre Zeybekoğlu, Dost Kitabevi Yayınları, Ankara 2010)

Konumuz olan,
Tekbir çalmanın
, ilk bakışta, devlette(n) sağlanmış bir iyilik olarak mütedeyyin kesimlerce hoş karşılanacağını ve buna itiraz etmenin de yine ilk bakışta makul ve mantıklı olmayacağını gözden uzak tutmayalım ama, muhafazakarlaşmanın (
canlarını acıtmaksızın dindarları dünyevileştirmenin
) dinamiklerini ve uygulamalarını da ıskalamayalım.
Yeni Türkiye’nin yeniliği
bunları doğru zeminlerde ve gereğince tartışabildiğimizde tahakkuk edebilecektir.
#Şehit
#Cenaze
#Yalçın Çetinkaya
#Tekbir