Kudüs günlerimden bir kayıt

04:002/07/2017, Pazar
G: 17/09/2019, Salı
Ömer Lekesiz

01 Temmuz Cumartesi, KudüsBu yazıyı yazmaya başladığımda,Gazze’den, Filistin yönetiminin nakline izin vermediğion üçüncü hastanın da vefat haberigeldi.Elektrik kesintisi ve tıbbi abluka üzerinden İsrail ile Filistin yönetiminin adetaGazze’ye en büyük zulmü kim yapacakyarışına girmelerinin çoklu nedenlerini ve kahredici sonuçlarını anlatacak bir gazeteci mutlaka çıkacaktır.Ben köşe yazısı formatına bağlı kalarak, düşündükçe vicdan yüküne dönüşen ferdi bir çelişkinin altını çizmek istiyorum:El-an,Beytü’l-Makdis’e

01 Temmuz Cumartesi, Kudüs

Bu yazıyı yazmaya başladığımda,
Gazze
’den, Filistin yönetiminin nakline izin vermediği
on üçüncü hastanın da vefat haberi
geldi.
Elektrik kesintisi ve tıbbi abluka üzerinden İsrail ile Filistin yönetiminin adeta
Gazze’ye en büyük zulmü kim yapacak
yarışına girmelerinin çoklu nedenlerini ve kahredici sonuçlarını anlatacak bir gazeteci mutlaka çıkacaktır.

Ben köşe yazısı formatına bağlı kalarak, düşündükçe vicdan yüküne dönüşen ferdi bir çelişkinin altını çizmek istiyorum:

El-an,
Beytü’l-Makdis
’e erişimimi kolaylaştırdığı için kalmayı tercih ettiğim
Sahira
ve
Şam
kapılarının yakınındaki bir otelin teras katında sabah kahvemi yudumlarken, bir taraftan da bu yazıyı tamamlamaya çalışıyorum.

Çok sıradan olan bu durumu, bir hava atma vesilesine dönüştürdüğümü düşünerek beni kınayanlar olacaktır. Ama ben bunu o nedenle değil, bilakis vicdani bir yük oluşturması nedeniyle, kendi kendimi dövmeye vesile sayarak vurguluyorum.

Şundan ki,
Kudüs
’ü varlığını her an hissettiren işgal şartları içinde ziyaret ediyor, ve dolayısıyla Beytü’l-Makdis’te de ancak işgalcilerin izin verdiği oranda bulunabiliyoruz.
Örneğin, güya anlaşma gereği
Müslümanlardan başkalarının girmemesi gereken Harem
’de, bu Perşembe günü, saat on dört sularında
Kubbetü’s-Sahra
’nın kıble merdivenlerinde hatıra fotoğrafı çektiren bir grup Yahudi’nin ve onları koruyan tam teçhizatlı bir manga askerin arasından geçerek
Kıble Camii
’ne inebildiğimi söylersem, gerek burada ikamet eden, gerekse ziyaret için başka ülkelerden buraya gelen Müslümanların maruz kaldıkları baskıyı sanırım biraz olsun ifade etmiş olurum.

Şam Kapısı’nda, yakın zamanda çocuk sayılacak yaştaki bir Filistinli kızın, birkaç gün önce de üç delikanlının İsrail askerleri tarafından şehit edilişlerine dair bilgilerin zihnimdeki canlılıklarını koruduğunu, bunu kendi hükümranlığını pekiştirme açısından bir fırsat dönüştüren İsrail’in, orayı (giderek diğer kapılara da yayacak şekilde) güvenlik bölgesi olarak ilan ettiğini yine bu bağlamda ileteyim.

Hal böyle olunca, Gazze’deki (hiç sonlanmayan ve yakın zamanda sonlanacak gibi de görünmeyen) yangınlardan birinden çıkarak, zor şatlarda Kudüs’e eriştikten sonra, Doğu Kudüs kahvelerinde tavla oynayan Müslümanlardan bahsederek, yukarıda zikrettiğim vicdan yükü konusunda kulağıma asıl kar suyunu kaçıran
Mehmet Akif Ersoy
’un (bkz.:
Tünel – Gazze’de Yaşamak
, Kapı Yayınları) sorgulayıcı bakışlarını üzerimde hissetmemem mümkün mü?

Durum özetle budur: İşgal altındaki Müslüman şehrine ziyaret için gelip, ecelin her an, her dakika görünürlüğe çıktığı ve bin bir türlü olumsuzluğun eskimeyen bilgiler, somut acıların küllenemez ateşler olarak hüküm sürdüğü bu beldede aynı zamanda bir turistin rahatlığı içinde, son derece edilgen bir tarafsız dikizleyici hüviyetiyle bulunulmasının neden olduğu vicdani tedirginlik…

Bu ayan beyan böyleyken, bir iktidar gazetesinin geçen hafta, Türklerin Osmanlı’nın mirasına sahip çıkmak için Kudüs’e akın ettiklerini yazarak çok kötü bir iletişim şakasına imza atmış olması da işin cabası.

Turist kelimesi üzerinden bir yanlış anlaşılmaya neden olmamak için açıkça belirtmeliyim: ne kendimin ne de Türkiye’den buraya gelen kardeşlerimin turistik bir maksatla burada bulunmadıklarına eminim. Böyle dediğimde art niyetli birilerine “hah, Osmanlı’nın torunları olarak buradasınız işte” deme imkanı vermemek için de peşinen söyleyeyim ki, bu maksatla burada olmadığıma ve olunmadığına da eminim.

Bunun bir tek nedeni var:
Peygamberimiz'in, imkanı olanlara Mekke-i Mükerreme, Medine-i Münevvere ve Kudüs’teki mescitlerin ziyaretini emretmiş olmasıdır.
Yani buradaki şartlarımızın düzeyi ne olursa olsun, onlara rıza göstererek Peygamberimiz'in emrini yerine getirebilmemiz öncelik taşıyan ilk şeydir.

Bu vesileyle, aynı ibadet ve ikamet ortamını paylaştığımız Filistinli kardeşlerimizle tanışmamız, muhabbet kurmamız, gücü yetenlerimizin onları bir dertlerine derman olmaya çalışmaları ise bunun son derece doğal bir getirisidir.

Kudüs’ü Osmanlı’nın torunları olarak yeniden fethetmeye gelmek?!

Bizim alnımızda saftrik diye mi yazıyor Allah aşkına! Biz de ehl-i kitabız, sürgünlüğün, işgalin ve yeniden fethetmenin, daha da önemlisi
kul olarak
bekleme sabrının
ne demek olduğunu herkesten çok iyi biliriz.

Yazımızın öznesi olan hususa gelince, yaza yaza son tahlilde şu karara vardım:

Mümin sorumluluğumuzu anlık turistik keyiflerle unutmamamız için genç, dinç, dikkatli ve bilinçli başka Mehmet Akif Ersoyların ikazlarına da ihtiyacımız var. Onların vereceği güven içinde, söz konusu vicdani yükü parantez içine alıp, her Müslüman buraya gelmeli, burada rahat olmalı, rahatlık da duymalıdır.

Her iş sonuçta Allah’a dönecektir. Biz O’na dönmesini arzuladığımız ferdi işlerimizin değerinden eminsek gerisi kendiliğinden gelir.

Vallahi de gelir, billahi de gelir!

#Kudüs
#Gazze
#Filistin