İsrail’in,Beytü’l-makdis’te üç Filistinli’yi şehit etmesiyle başlayan gerilim, yine İsrail’in işgalci sıfatıyla bu mekanı ibadete kapatarak onu tırmandırmasıyla, yoğun tepkileri beraberinde getirdi.Kuşkusuz bu tepkilerin en etkilisi Türkiye’den,Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’dan geleniydi.Erdoğan ilk tepkisinde,Kudüs’teki sıkıntılı günlerin Osmanlı’nın elinden çıkmasıyla başladığını ve günümüzde adeta bir kabusa dönüştüğünüsöylemiş ve bu kabusu üreten tek taraf olarak İsrail’in Beytü’l-makdis’i
İsrail’in,
’te üç Filistinli’yi şehit etmesiyle başlayan gerilim, yine İsrail’in işgalci sıfatıyla bu mekanı ibadete kapatarak onu tırmandırmasıyla, yoğun tepkileri beraberinde getirdi.
Kuşkusuz bu tepkilerin en etkilisi Türkiye’den,
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan
’dan geleniydi.
Erdoğan ilk tepkisinde,
Kudüs’teki sıkıntılı günlerin Osmanlı’nın elinden çıkmasıyla başladığını ve günümüzde adeta bir kabusa dönüştüğünü
söylemiş ve bu kabusu üreten tek taraf olarak İsrail’in Beytü’l-makdis’i Müslümanlara yasaklayarak, gerilimi fiili işgale dönüştürmek istediğine dikkat çekmişti.
İsrail Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü
, bu tepkiye, Beytü’l-makdis’i Müslümanlara ve dolayısıyla ibadete kapatan tarafın kendileri olduğunu unutup, dini özgürlüklere ve azınlık haklarına saygılı oldukları yalanını tekrarlayarak, “Erdoğan’ın kendi ülkesinin sıkıntıları ve sorunlarıyla ilgilenmesi daha iyi olur. Osmanlı İmparatorluğu’nun günleri çoktan bitti. (...) Camdan evde yaşayan Erdoğan’ın başkalarının evine taş atmaması gerekir” şeklinde bir cevap vermişti.
Sözcünün bu cevabında daha
kelimesiyle başlayıp, Filistin halkı üzerinden Müslümanların hak ve hukukuna yöneltilen saygısızlığın,
sembolüyle pekiştirilip,
metaforuyla tehdit katına taşınması önemlidir.
Filistinlilerin dünya nüfusu Yahudilerin dünya nüfusundan bir milyon daha fazla, Filistin topraklarındaki mevcut nüfusu ise Yahudilerinkine eşittir.
İsrail, dini duyguları harekete geçirilen ve reddedemeyecekleri büyük teşviklerle kandırılan dünya Yahudilerinin Filistin’de devşirilmesiyle kurulabildi. Bu operasyonun doğal sonucu olarak Filistinli nüfus da devşirilen Yahudilerin sayısına denk olarak sürgüne gönderildi.
Erdoğan’ın kabus olarak nitelediği İsrail işgaline, zulmüne, cinayetlerine ve tek yanlı ilhaklarına rağmen kendi toprağında İsrail’e karşı direnen Filistinliler’in, adını zikrettiğimiz İsrail sözcüsü tarafından “azınlık” kelimesinin içine alınmaya çalışılması, tüm dünyada yerleşik bir kanaat olan
Yahudi sinsiliğinin ve politik yüzsüzlüğünün
yeni ifadesinden başka bir şey değildir.
Osmanlı’nın Yahudiler için, cemaat olmaları ve ibadet özgürlüklerini sürdürmeleri bakımından değerini ayrıca ele almaya ise hiç gerek yoktur. Tarih ortadadır ve Kanuni’nin imha edilmekten kurtardığı Yahudileri taşıyan gemilerin izleri suya da kazınmıştır.
Ancak bu bahiste, Osmanlı bile, ondan öncesini kapatan bir perde durumundadır. Çünkü,
’in
için söylediği “
Kökenin ve doğumun açısından Kenan ülkesindensin; baban Amorlu, annense Hititli
’ydi.” sözü, İbranilerin
’tan bile silemedikleri bir hakikat olarak varlığını korumakta, öte yandan
’in Türk olduklarına dair arkeoloji esaslı tarihi kayıtlar ve
’in
(Arabistan kökenli Arap) olduğuna dair kültürel rivayetler de gerçekliklerini sürdürmektedir. Buna göre Türklerin gerek ırki, gerekse dini planda Kudüs’teki varlıkları, İbraniler’inkinden çok öncedir.
Daha yakın bir tarihten baktığımızda da Türkler’in Kudüs’le olan ilgilerinin derinliği yine değişmemektedir. Anadolu’nun kapılarının Türklere açılış tarihi olan
1071, aynı zamanda Kudüs kapısının da Türkler’a açıldığı tarihtir.
Mısır Fâtımî Halifeliği’nin sınırları içinde bulunan Filistin’de Büyük Selçuklu Devleti’ne tâbi bir Türkmen beyliği kuran (yaklaşık 1069-1070) Kurlu Bey’in 463’te (1071) ölümü üzerine beyliğin başına geçen Selçuklu Emîri
, aynı tarihte Kudüs’ü fethedip Bağdat Abbâsî Halifeliği ve Selçuklu Sultanlığı adlarına hutbe okuttu. (Kaynak: DİA). Dolayısıyla Türkler’in Kudüs’teki hakları Selçuklular’la başladı, Osmanlılar’la da silinmesi, iptal edilmesi mümkün olmayan milli, dini, siyasi ve hukuki bir boyut kazandı.
“Kendi ülkesinin sıkıntıları ve sorunlarıyla ilgilenme” uyarısına bitişik
tehdidine gelince:
Camdan ev metaforu, Türklerin Kudüs’le olan, genel siyasi zorunluluklarla kimi tarihsel kesitlerde zayıflamış gibi görünse de kopması asla mümkün bulunmayan bağlarının derinliği, sağlamlığı ve sürekliliği nedeniyle başvurulan bir metafordur ve dolayısıyla İbranilerin, Türkler’in Kudüs’e mahsus kadim aidiyetlerinden, mevcut hasretlerinden ve hayallerinden ürettikleri korkunun asıl nedenidir.
Mısır’daki Sisi, körfezdeki Katar, İran’daki ekonomik abluka, Pakistan’daki yargı darbelerinin, AB değerlerinden (aslına yabancılaşma vaadinden) uzaklaşma eğilimi gösteren (ve 15 Temmuz FETÖ darbesiyle diz çöktürülemeyen) Türkiye’yi yalnızlaştırma çabasından ibaret olduğu, bu çabanın da asıl, İbranilerin zikredilen korkularından kaynaklandığı artık gün gibi aşikardır.
Bu durumda bize düşen, camdan ev metaforunun Türkiye merkezli olarak gösterilmesine rağmen, onun sınırlarının Afganistan, İran, Pakistan, Bangladeş
Endonezya, Körfez ülkeleri, Yemen, Somali, Güney Afrika, Uganda, Sudan, Mısır, Balkanlar, Kırım, Azerbaycan ve Gürcistan’dan başladığının asla ve asla unutulmamasını sağlamak; buralarda meydana gelmiş ve gelebilecek olayları doğru okumak ve doğru tedbir üretmek, oralardaki kardeşlerimizle olan bağlarımızı korumak ve sürekli olarak güçlendirmektir.
Yıl hesabına vurduğumuzda yakın zamanın ağırlaşması, bizi Kudüs konusunda bir gevşekliğe, yılgınlığa ve ümmet içi bir ayrılığa sevk etmemelidir.
Çünkü herkes kendi zamanından imtihandadır ve bu imtihanın başarısı zamanın kendisinden değil bizzat iman, niyet ve çabadandır.
#Recep Tayyip Erdoğan
#Filistin
#Kudüs
#Mescid-i Aksa
#İsrail