Bir Batılı için ötekinin ölümü seyirlik bir nesnedir

04:0011/08/2017, Cuma
G: 17/09/2019, Salı
Ömer Lekesiz

Amerikalı kiralık katillerin, tetikçilerin, aktif görevli ya da küstürülerek sistemin dışında itilmiş ajanların, eksi komandoların, sadece kendi zamanlarını değil geleceği de kurtaran kahramanların... kısaca ilk adları hep “j” ile başlayan (John Rambo, Jason Bourne, James Bond, Jack Bauer , Jack Reacher... vb.) ölüm makinalarının galiba en iyisi (aynı zamanda sonuncusu)John Wick 2’dir.John Wick 2, yönetmenliğiniChad Stahelski’nin, senaristliğiniDerek Kolstad’ın, müzikleriniTyler BateileJoel J. Richard’ın

Amerikalı kiralık katillerin, tetikçilerin, aktif görevli ya da küstürülerek sistemin dışında itilmiş ajanların, eksi komandoların, sadece kendi zamanlarını değil geleceği de kurtaran kahramanların... kısaca ilk adları hep “
j
” ile başlayan (John Rambo, Jason Bourne, James Bond, Jack Bauer , Jack Reacher... vb.) ölüm makinalarının galiba en iyisi (aynı zamanda sonuncusu)
John Wick 2
’dir.
John Wick 2, yönetmenliğini
Chad Stahelski
’nin, senaristliğini
Derek Kolstad
’ın, müziklerini
Tyler Bate
ile
Joel J. Richard
’ın üstlendiği, 2017 yapımı bir
Amerikan aksiyon filmi
.
The Continental
sahasında adam öldürmeme ve evrensel bir gizli örgütün mührünü (emrini) onurlandırma teklifinden kaçın(a)mama üzerine kurulu olan her iki (bir üçüncüsü de beklenen) filmin başrol oyuncusu
Keanu Reeves
. Onun, daha önce başrolünü oynadığı
The Matrix
’in kurgusu, tekniği ve felsefesiyle sinemada açtığı yeni, dönüşsüz ve ilerlemeci(!) yol, ilgili olanların malumudur.
Harem
ve
Mühr-ü Süleyman
arketiplerinden izler de taşıyarak, hikayesi huzur bozanları cezalandırma esasına göre kurgulanıp, tekniği tarihi mekanlardaki neon ışıklandırma yoluyla görsel bir şölene dönüştürülen John Wick üzerine söylenecek çok şey var aslında.
En azından, arabasının çalınması ve köpeğinin öldürülmesi gibi iki temel insani hakkı(!) elinden alınan (ve bu nedenle emeklilik keyfini hiç yaşayamayan), mührü onurlandırsa da onurlandırmasa da
ölümden başka bir seçeneği olmayan
bir tetikçinin trajik yazgısı
ve sonuçları hakkında Yunan tragedyalarıyla (Batı düşünce ve sanatındaki devamlılıkla) desteklenen birçok şey söylemek mümkün.
Bunları derken, “Dünyada kan gövdeyi götürüyor, dini özgürlükler tehdit ediliyor, zulüm, sefalet, zorunlu göç almış başını gidiyor, yazar neyle uğraşıyor” yollu okur sitemlerini hissettiğim şu anda, hele hele Kuzey Kore lideri
Kim Jong-un
’un, ABD’ye bağlı özerk
Guam
açıklarına dört adet orta menzilli füze fırlatma vaadini,
herkes gibi ben de farklı bir şey seyredecek olmanın heyecanı içinde beklediğim şu saatlerde
, John Wick üzerinden hem de yukarıdaki şekliyle giydirilebilir suçlamanın tam tersinden bir şeyler söylemek istiyorum:
John Wick, yakın öldürmenin en başarılı(!) örnekleriyle, mührün sahibi Santio’yu cezalandırmak için harekete geçtiğinde, ekranda onun şu tabelanın önünden geçtiğini görürüz:
Reflections of the Soul –New Modern NYC
.
Burası
New Modern Müzesi’nde Ruhun Yansımaları
adlı serginin yer aldığı salondur. Satiago bu salona sığınıp, John Wick onu öldürmek için oraya yöneldiğinde, bizler de seyirciler olarak şu mekanik sesle karşılanırız:

“New Modern Müzesi’nde ruhun yansımalarına hoş geldiniz. Bu sergide ışığın tüm etkileri, doğanın saflığı, yeni bakış açımız ve evrendeki yerimiz hakkında bize daha fazla şey söylenmeye çalışılıyor. Böylece bu sergide dünyaya bakış açımıza yeni perspektif katarak, sizleri sesin doğasının en derinlerine götürebilmeyi umuyoruz.”

Burada, dış (retinal / optik) bakışla, metafor yoluyla güzel bir ironi (kara mizah) yapıldığına hükmedebiliriz. Ama iç (mana planından) bakışla baktığımızla, burada Batılı gerçekliğin en acımasız, en kan dondurucu yüzüyle karşılaşırız. Çünkü söz konusu sahne(ler)de,
öldürmek sanata dahildir ve başkasının ölümünü seyretmek sanatsal hazzın ta kendisidir
.

John Wick’in, çene altından sıktığı kurşunlarla dağılan beyinler, neon ışıkta çeşitli görsel gizemler yüklenilerek makulleştirileştirilirken, boğularak, dizleri parçalanarak, kolları kırılarak bertaraf edilenler, huzur bozanı cezalandırmaya engel ve dolayısıyla hak ettikleri muameleye layıkınca tabi piyonlar olarak, bir temizleme ritüelinin sıradan parçaları haline getirilirler.

Batı gerçekçiliği bağlamında altı çizilmesi gereken ise şudur: Batılı insan, ölümü, huzursuzluğu, belirsizliği, refah krizini kendi dünyasında istemediği, ancak bunlarsız bir dünya olamayacağı; daha doğru bir ifadeyle o, bunların seyrinden geri kalmayı (deneyimsizliği), yoksun bulunmayı da düşünmediği için, ilgili olayları ötekinin dünyasında tutmayı, kendi sınırlarının dışında sınırlanmış (kendi kontrolüne tabi) olaylar olarak yaratmayı ve üreterek çeşitlendirmeyi seçmektedir.

Cesedini dalgaların kıyıya taşıdığı bir göçmen bebeğinin, Batı’da vicdanları, merhamet duygularını harekete geçirmeksizin seyredilebilmesinin nedeni de budur.

O
uzaktaki ölüdür
ve dolayısıyla Batılının gündelik yaşam kalitesini,
uzaklığı nedeniyle
tehdit etmeyen, bilakis
ötelenmiş ölümü seyirlik bir nesneye dönüştürerek
Batılı’nın sanatsal gerçeklik alanına taşıyan bir oluştan (olduruluştan) ibarettir.
Acılı insanları kendilerinden
uzak tutmak
için, onların sığınma taleplerini reddeden anlayışları da aynı bağlamda değerlendirmek mümkündür.

Sonuç olarak, Batılı ruhun yansımaları, ötekinin ölümünü estetik düzeyde de kurgulamaksızın ve seyretmeksizin eksiklik duygusundan kurtulamamaktadır.

#ABD
#Hollywood
#Keanu Reeves
#Matrix