İstanbul biter mi? (3)

04:0026/07/2017, Çarşamba
G: 17/09/2019, Salı
Mustafa Kutlu

Kendimi surdışına attım.Sur boyunca Yedikule’den Topkapı’ya kadar uzanan bostanlarda dinlendim.Buraları babadan oğula ekip yeşerten Cideli bostancılarla konuştum, yarım ekmek-peynir-tere-maydanoz ile karnımı doyurdum. Geçen asrın başında çekilen fotoğrafları hatırladım. O günden bugüne bostanlarda değişen bir şey yok. Yeşil örtü surları bekliyor. Yenikapı Mevlevihanesi ile Merkez Efendi şehre doğru âyinler, ilahiler üfürüyor.Daralan içim genişledi.Bu beldeyi evliyaların koruyup kolladığına bir kez

Kendimi surdışına attım.

Sur boyunca Yedikule’den Topkapı’ya kadar uzanan bostanlarda dinlendim.


Buraları babadan oğula ekip yeşerten Cideli bostancılarla konuştum, yarım ekmek-peynir-tere-maydanoz ile karnımı doyurdum. Geçen asrın başında çekilen fotoğrafları hatırladım. O günden bugüne bostanlarda değişen bir şey yok. Yeşil örtü surları bekliyor. Yenikapı Mevlevihanesi ile Merkez Efendi şehre doğru âyinler, ilahiler üfürüyor.

Daralan içim genişledi.

Bu beldeyi evliyaların koruyup kolladığına bir kez daha inandım. Onların yüzü suyu hürmetine, kurudu denilen gövdeden her devirde yeşil bir dal fışkırıyor; ve Türk İstanbul düştüğü yerden bir daha kalkıyor.

Tanpınar Divan şiirinden hareketle söyler bu sözü. “Şiirimiz düştüğü yerden kalkacak” der. Yani “ses”ten. Sesini kaybeden, musikisini, âhengini kaybeden şehir onu yeniden bulacak. Yeter ki insan kaybolmasın, insan bozulmasın. Eşyayı, etrafı yenilersin, düzeltirsin ama bozulan insanı düzeltmek zordur; kim bilir kaç nesil alır.

Fikriyatımız da öyle. Yeter ki biz, etrafımızda pervane kesilen ruhun fısıltısını duymak için kalbimizi açabilelim. Fetih bir defaya mahsus değil.

Fetih, açmak-açılmak demek.

Bu şehrin kapıları bize yeniden açılacak.

Edirnekapı’ya, oradan Eğrikapı’ya kadar yürüdüm. Şehitlere, sahabe kabirlerine Fatihalar okudum. Eğrikapı’dan içeri girdim, İvaz Paşa Camii ve önünde hâlâ akan çeşmenin yanından geçtim.

Karşıma minyatürlerde görülebilecek şirinlikte küçük bir hamam çıktı. Kapısında büyükçe bir kilit. Öylece bakınıyordum ki yanında bir ihtiyar peyda oldu.

– Hamam kapalı delikanlı, dedi. Çok oldu kapanalı.

– Neden kapandı, dedim.

– Her evde banyo var artık, kim hamama gider? Bitti o iş.

Öyle, başka bir hayat tarzının ürünü hamam, başka bir yerleşim ve yaşama biçiminin uzantısı. Ama insan kıyamıyor işte. Geçmişten kalan mirası ne yapacağız? Başımı kaldırıp kitabesini okumaya çalıştım. Karmaşık, sanatlı bir yazı, sökemedim. Ama altında pırıl pırıl bir beyit var. Talik ile yazılı, şöyle diyor:

Taharetle erer Hakk’a erenler

Şifa bulur bu hamama girenler. (Bu hamamın adının “Hançerli Hamam” olduğunu Mehmet Ziya Bey’in İstanbul ve Boğaziçi-Kasım 2016 adlı kitabından öğrendim.)

Evet, eski dünyadan bize miras kalan eserleri sadece turistik mekân olarak kullanabiliyoruz. Turistlere hitap eden “Türk Hamamı” yaşıyor. Cağaloğlu, Galatasaray vesaire. O güzelim Beylerbeyi Hamamı dahi can çekişiyor. Turist varsa hayat var. Ama burası kenar köşe bir yer, turist gelmez. Ne olacak bu güzelim hamam? Ya atölye, ya depo.

Batsın bu dünya diyeceğim geliyor.

Bir yer, bir şey turistik oldu mu çek kuyruğunu. O artık sirk aslanı sayılır. Hayatımızdan çıkıp gitmiştir.

Hayatımız. Öyle bir şey kaldı mı?

Derken. Bu acı içinde kıvranırken birden ezanlar patlıyor.

Dört bir yanım ezan sesi ile kaplanıyor. Şükür Rabbim'e, şükür.

Ezan sesi semalara yükseldikçe elbette bir hayatımız vardır.

#Yedikule
#Topkapı
#İstanbul