İstanbul biter mi? (2)

04:0019/07/2017, Çarşamba
G: 17/09/2019, Salı
Mustafa Kutlu

Şehirlerin silüeti onun hangi esasa, fikre, inanca, güce, medeniyet ve estetiğe mensup olduğunu ortaya koyar. Eski şehirler dünyanın her yerinde dinî düşüncenin, inancın silüetini taşırlar. Budistlerin pagodaları, mabetleri; Hıristiyanların katedral ve çan kuleleri, Müslümanların kubbe ve minareleri, paganların piramitleri...Bir ara gözlerim Kızkulesi’ne takıldı. Onu hep Boğaz’ın firuze sularında salınan gizemli bir geline benzetmişimdir. Hangi umutsuz sevdanın rüzgârı ile kendini denize atmış,

Şehirlerin silüeti onun hangi esasa, fikre, inanca, güce, medeniyet ve estetiğe mensup olduğunu ortaya koyar. Eski şehirler dünyanın her yerinde dinî düşüncenin, inancın silüetini taşırlar. Budistlerin pagodaları, mabetleri; Hıristiyanların katedral ve çan kuleleri, Müslümanların kubbe ve minareleri, paganların piramitleri...


Bir ara gözlerim Kızkulesi’ne takıldı. Onu hep Boğaz’ın firuze sularında salınan gizemli bir geline benzetmişimdir. Hangi umutsuz sevdanın rüzgârı ile kendini denize atmış, suya seccade salan dervişler gibi dalgalar üzerinde yürümeye başlamıştır.

Heyhat!

Yukarıdan beri dile getirmeye çalıştığım bu şairane düşünce ve duygular gerçekle yüz yüze gelindiğinde yerini tarifsiz kederlere terk ediyor. Bu “taşı toprağı altın” şehir, her şey satılık fehvasınca ihaleye çıkarılmıştır. Kızkulesi dahi ihaleden nasibini almış, yeniden dizayn edilmiş, masumiyetini kaybederek işletmeye açılmıştır.

“Men tâ senin yanında hasreten sana” mısraı, o Türk İstanbul’u inşa eden ruh uçup gitmiş; öte fikri kaybolmuş, gün bu gün, saat bu saat olmuştur. Bu; İstanbul’un üzerine bir şu kadar zamandan beri abanan hâkim sermaye-hâkim kültürün hegemonik baskısıdır.

Bakışlarımı Pera’ya, Maslak’a doğru çeviriyorum. Ufukları paranın mordan kırmızıya çalan rengi kaplamış. Bu rengin ortasından gökyüzünü fethe çıkan gökdelenler hortlamış.

Gökdelen.

Nedir gökdelen?

Firavun’dan miras kalan ve Tanrı’ya kafa tutan bir kule mi? Yoksa çağdaş küresel fikriyatın dünyayı istila eden zihniyet sembolü mü? Evet o. Nereye bir gökdelen dikilmişse, orada paganist gücün paradan başka ilah tanımayan kanunu geçer.

Gökdelenlerin Pera-Maslak hattında oluşturdukları silüet, suriçi İstanbul’un kubbe ve minarelerden oluşan silüetine meydan okuyarak “güç bende” diyor.

Yani.

Yani bundan böyle İstanbul benim ardımsıra gelecek, beni takip edecek, bana inanacak. Suriçi melul-mahzun soruyor:

– Ya ben ne olacağım?

Pera sırıtıyor:

– Yağlı müşterilerimizi gezdirecek, mistik-egzotik-otantik bir müze.

– Ama müze yaşamaz ki. O bir kelebek koleksiyonu sayılır.

– Elbette, sana yaşa diyen kim?

Sen doğma, doğurma, yürüme, ses çıkarma, olduğun yerde kal ve don. Senin adın artık “Müze Şehir”dir.

Keşke “Müze Şehir” olsaydı. Hiç olmazsa tozu alınır, tamiri yapılır, barındırdığı eski eserler muhafaza edilir, etrafı ağaç-çiçek-çimen ile süslenirdi. Tersi olmuş.

Kullanılmış ve terk edilmiş.

En azından bir mimari geleneğimiz olduğunu kabul etmek lazım. Bunu yenileyebilir miydik?

Bir gelenek yenilenemezse kurur, ölür, yok olur.

Ancak mesele dıştan göründüğü gibi değil. Daha derinde.

Kurduğumuz medeniyet esasen tarım toplumuna dayanıyor. Biz sanayi kuramadık. Sanayi medeniyetini inşa edenlerin fikir ve eserlerini ya ithal ettik ya da taklit. Belki vahşi kapitalizmin kurduğu bu sanayi, bu medeniyet bizim inanç ve geleneğimize uymuyordu. Doğrusu bu.

İçimde karmaşık fikirler, çelişkili duygular, ağzım ve gönlüm acımış; kahveden kalkıp karşıya, İstanbul’a geçtim.

(Devam edecek)

#İstanbul
#Silüet