Önceki gün, TEOG’un neden kaldırıldığı, yerine ne geleceği gibi sorulara yanıt bulma ümidiyle Milli Eğitim Bakanlığı koridorlarını şöyle bir dolaştım.
Meselenin başlangıç noktası orası.
Kimileri, Erdoğan’ın TEOG sıkıntısını imam hatip lisesi mezunlarının son yapılan üniversite giriş sınavlarında düşük performans göstermesine bağlıyor.
Bunu sordum.
Aynı isim, bir örnek verdi, Tevfik İleri Anadolu İmam Hatip Lisesi’nin geçen yıl 485 puan ve üzeri puan alan öğrencileri kabul ederek Ankara’nın ilk birkaç lisesi arasına girdiğini anlattı.
Kolay iş değil.
Her yıl 2 milyona yakın öğrencinin, 11 bin devlet okulu, 2 bin özel okula mağduriyet duygusu yaşamadan nasıl yerleştirileceği gibi, ciddi komplikasyonlar üretme potansiyeli olan bir konu var karşımızda.
Şöyle olursa ne olur, böyle olursa ne olur türü senaryolara dayalı fikir egzersizleri yapılırken, bakanlık yetkililerini gerilime soktuğunu fark ettiğim bir mesele karşımıza çıktı.
Yargı korkusu…
Bu zamanda, böyle bir korku!
Peki, yargının iktidarın arka bahçesi olduğu propagandasının yaygınlaştığı şu günlerde, Danıştay’ın tıpkı geçmiş dönemlerde olduğu gibi, daha yenilerde hükümet uygulamalarına keyfi müdahalelerde bulunduğunu söylesem, bu durum sizi şaşırtır mı?
Danıştay’dan yeni çıkmış bir kararın kısa özeti:
28 Şubat öncesine kadar okullarda Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi derslerini ilahiyat fakültelerinden mezun olan öğretmenler veriyordu.
28 Şubatçılar, bu uygulamayı irtica meselesi olarak görüp değiştirdi.
Bunun yerine, eğitim fakültelerinde din kültürü öğretmenliği bölümü açıldı.
O devir kapanınca Milli Eğitim Bakanlığı tekrar eski uygulamaya döndü.
Yine ilahiyat fakültesinden mezun olanlar din kültürü derslerine katılabilecekti.
Peki sonra ne oldu dersiniz?
Bakanlığın aldığı bu karar, Danıştay frenine takıldı.
Bu hikayeyi dinleyince epeyce bir süredir haber oltamıza takılmayan bir kavram zihnime geri dönüş yaptı.
Yerindelik Denetimi meselesi…
Zaten, Danıştay’ın son kararını dinleyince ilk tepkim şu oldu:
Yüksek mahkemeler artık, kendilerini hükümetin yerine koyarak, siyasi iktidarın görev alanından zırt pırt rol çalarak kararlar alamayacaktı.
Halk oylamasından geçince, bu, bir anayasa hükmü oldu.
Niye böyle yapılmıştı?
Özellikle Danıştay’ın keyfi uygulamaları nedeniyle siyaset, bürokrasinin elinde oyuncağa dönmüştü.
O defter artık kapanmış olmalı dediğimiz şu günlerde, eski alışkanlıkların devam ettiğini görmek, bürokratik oligarşiye karşı alınacak daha çok mesafe olduğunu bize gösteriyor.
Demek istediğim şu:
Verilmiş ve verilmesi muhtemel yargı kararları, zaten büyük zorlukları olan eğitim işlerinde özgürce kararlar alınmasını engelliyor.
Mesela ben Bakanlıkta görüşme yaparken, okullarda kontenjan sayıları artırılsa olur mu diye bir soru gündeme geldi.
Bu konuda bile bir yargı kararı varmış.
Bir iki yıl önce bir başka mahkemeden çıkan bir başka karar.
Diyelim ki, Anadolu’nun herhangi bir yerinde farzımuhal bir okul 470 puanla öğrenci kabul etti.
Sonra bu hakkı elde etmiş öğrencilerden bazıları burslu olarak ya da başka bir nedenle başka bir okula gitti.
Bakanlık, o boşluğu doldurmak istiyor.
Küt diye bir yargı kararı…
Öğrencilerin muhtemel mağduriyetini önlemeye dönük bir karar olsa anlarım. Ama bu, öyle bir şey değil.
Maliyet hep siyasete çıkıyor ama.
Gelecek yıl yeni sistem devreye girdiğinde filanca mahkeme üreteceği sonuçlara aldırmadan bunlara benzer bir karar verirse, öyle bir kararın maliyetinin kime çıkarılacağı da şimdiden belli değil mi?
BIST isim ve logosu "Koruma Marka Belgesi" altında korunmakta olup izinsiz kullanılamaz, iktibas edilemez, değiştirilemez. BIST ismi altında açıklanan tüm bilgilerin telif hakları tamamen BIST'e ait olup, tekrar yayınlanamaz. Piyasa verileri iDealdata Finansal Teknolojiler A.Ş. tarafından sağlanmaktadır. BİST hisse verileri 15 dakika gecikmelidir.