İstanbul’da Kudüs için dev adım

04:0014/12/2017, Perşembe
G: 18/09/2019, Çarşamba
Mehmet Acet

Doğu Kudüs’ün Filistin’in başkenti olduğunu ilan ediyoruz”*Bütün ülkeleri(İslâm ülkeleri dışındaki ülkeler kastediliyor M.A.)Doğu Kudüs’ü Filistin’in başkenti olarak tanımaya davet ediyoruz.*ABD’nin Kudüs kararı, Filistin halkının haklarına saldırıdır.*ABD’nin Kudüs kararını kınıyoruz.*ABD yönetimi barış sürecindeki rolünden çekilmeli. Kudüs kararından geri adım atmazsa, ortaya çıkacak bütün sonuçlardan sorumlu olacaktır.İstanbul’da yapılan İslâm Zirvesi’nin sonuç bildirgesinden benim bu yazıyı

Doğu Kudüs’ün Filistin’in başkenti olduğunu ilan ediyoruz”
*
Bütün ülkeleri
(İslâm ülkeleri dışındaki ülkeler kastediliyor M.A.)
Doğu Kudüs’ü Filistin’in başkenti olarak tanımaya davet ediyoruz.
*
ABD’nin Kudüs kararı, Filistin halkının haklarına saldırıdır.
*
ABD’nin Kudüs kararını kınıyoruz.
*
ABD yönetimi barış sürecindeki rolünden çekilmeli. Kudüs kararından geri adım atmazsa, ortaya çıkacak bütün sonuçlardan sorumlu olacaktır.

İstanbul’da yapılan İslâm Zirvesi’nin sonuç bildirgesinden benim bu yazıyı yazdığım saatlerde haber kanallarına yansıyan son dakika bilgileri bunlardı.

Görmeye alışık olduğumuz türden kuru bir kınama beyanının ötesine geçen, somut eylem planı ortaya koyan, 50’den fazla ülkenin altına imza attığı bir metin bu.

Bu yönüyle, İslâm İşbirliği Teşkilatı İstanbul Zirvesinin tarihe geçen bir paye elde ettiğini söyleyebiliriz.

Zirveden çıkan en önemli karar, hiç kuşkusuz bütün ülke temsilcilerinin Doğu Kudüs’ü Filistin’in başkenti olarak ilan eden ortak bir tutum sergilemeleri oldu.

Zaten bu, uluslararası hukukun çizdiği sınırlara da uygun düşüyor.

ZİRVE SONUÇLARINA TÜRKİYE ETKİSİ

Şu rahatlıkla söylenebilir:

Türkiye, Trump’ın Kudüs kararı sonrası hem eylem hem söylem düzeyinde, İslâm ülkelerinin motivasyonunu güçlendiren bir rol üstlendi.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, birkaç yıl aradan sonra İsrail için yeniden
‘terör devleti’
yakıştırmasını yaptı.

El hak doğru bir yakıştırma bu.

İstanbul Zirvesi de, İslâm ülkeleri arasındaki dağınıklığın getirdiği ümitsizliğe karşı, güçlü bir dayanışma tablosunun sergilenebileceğini dünya-âleme göstermiş oldu.

Bu önemli.

Uğultuları, homurtuları, kakofoniyi, ortak bir senfoniye dönüştürmek kıymetli bir şey.

ATLANTİK ÖTESİNDEN
GELEN GARİP BİR SES

Bunu böyle tespit ettikten sonra, Türkiye’nin oynadığı Kudüs rolüne bir yerlerden gelebilecek rahatsızlık ifadelerine kulaklarımızı kabartabilirdik.

Beklenen haber Atlantik ötesinden geldi.

İstanbul’daki zirvenin devam ettiği saatlerde Washington’dan, zamanlaması İslâm zirvesine göre ayarlandığı izlenimi veren bir beyanat gündeme düştü.

Beyanatın sahibi, ABD Başkanı Trump’ın yanında görevi bulunup da karar alıcı pozisyona sahip ilk 5 kişiden biri diyebileceğimiz Ulusal Güvenlik Danışmanı Raymon McMaster idi.

McMaster, Türkiye ve Katar’ı radikal ideolojilerin yeni sponsorları olmakla suçluyordu.

Trump yönetimi içinde sık sık dışa vuran dağınıklık görüntüsünü akılda tutmakla birlikte, Beyaz Saray’da görev yapan bir Ulusal Güvenlik Danışmanı’nın böyle bir laf etmesi her zaman ciddiye alınır.

Nitekim Dışişleri Bakanlığı, açıklamanın gündeme gelmesinden sonra hızlı bir cevap metni hazırlayarak bu suçlamaların
“Hayret verici, temelsiz ve kabul edilemez nitelikte
” olduğunu duyurdu.
KUDÜS ZİRVESİ RAHATSIZ EDİNCE…

McMaster’ın açıklamasında AK Parti’yi doğrudan hedef alan ama tuhaf bulabileceğimiz, ne anlama geldiği kolayca anlaşılamayacak bir bölüm de var:

“Sivil toplum üzerinden etkin hale gelerek gücü tek bir partinin elinde konsolide ediyorlar, üzücü bir şekilde bu, Türkiye’nin Batı’dan uzaklaşmasına da katkıda bulunan bir problem”.

“Sivil toplum üzerinden etkin hale gelerek gücü tek parti elinde konsolide etmek…”

Her ne demekse…

AK Parti ile ilgili 16 senedir içeride dışarıda yazılmış tonla analiz yazısı arasında böyle bir gözleme/değerlendirmeye ilk defa rastlıyorum.

Ama bu çok önemli değil.

Esas, niyet ne ona bakmak lazım.

Aslında Trump’ın Ulusal Güvenlik Danışmanının, Türkiye’nin radikal görüşlere sponsor olmakla suçlamasını, Arap ve İslâm ülkelerinin sokaklarında, yani halk nezdinde ürettiği etki ile ilişkilendirmek daha doğru olacaktır.

Asıl rahatsızlık konusu burası.

Tabi, McMaster bunu böyle diyemediği için,
‘radikal görüşlere sponsor olma’
suçlamasını yöneltip Türkiye ve Katar’ı hedef gösteriyor.
Sanki Türkiye Batı’dan uzaklaşırken kendilerinin bu işte hiçbir suçu yokmuş gibi davranmaları da
‘kas gücünün’
getirdiği kibirden başka bir şeyle izah edilemez.

Bir de şu var:

İsrail’in temel karakteri, propaganda üzerine kurulu bir devlet olmasıdır.

Tersinden bakarsak propaganda ile ayakta duran bir ülkeyi sizce en fazla ne rahatsız eder?

Doğruları daha fazla insanın, daha fazla ülkenin, daha fazla örgütün, daha güçlü bir şekilde dillendirmesi.

İstanbul zirvesinin hem Washington’u, hem İsrail’i, hem de onların dümen suyuna giren kimi Arap ülkelerini rahatsız etmesinin bir sebebi de bu olmalı.

#Kudüs
#Filistin
#İslam İşbirliği Teşkilatı Zirvesi