Ekonomide alarm zilleri mi çalıyor?

04:0020/11/2017, Pazartesi
G: 18/09/2019, Çarşamba
Mehmet Acet

Ekonomide, 2016 kâbus yılının ürettiği sorunların azaldığı, 2010/2011’deki gibi yüksek oranlı büyüme hedeflerinin dillendirildiği bir ortamda, döviz kurlarındaki ani hareketlilik, endişe içeren soruları tekrar gündeme taşıdı.Birkaç ay içerisinde Türk Lirası’nın yüzde 10’luk değer kaybına uğramasının büyüme hedeflerini, enflasyonu olumsuz etkilemesi kaçınılmaz.Örnek vermek gerekirse, geçen yılki enflasyon oranının yüzde 3’ünün, döviz kurlarındaki yükselişten kaynaklandığını söylememiz yeterli olur


Ekonomide, 2016 kâbus yılının ürettiği sorunların azaldığı, 2010/2011’deki gibi yüksek oranlı büyüme hedeflerinin dillendirildiği bir ortamda, döviz kurlarındaki ani hareketlilik, endişe içeren soruları tekrar gündeme taşıdı.

Birkaç ay içerisinde Türk Lirası’nın yüzde 10’luk değer kaybına uğramasının büyüme hedeflerini, enflasyonu olumsuz etkilemesi kaçınılmaz.


Örnek vermek gerekirse, geçen yılki enflasyon oranının yüzde 3’ünün, döviz kurlarındaki yükselişten kaynaklandığını söylememiz yeterli olur diye düşünüyorum.

Dün sabah, ekonomiden sorumlu Başbakan Yardımcısı Mehmet Şimşek ile bir bölümü Kanal 7 canlı yayınında olmak üzere 2,5 saati bulan bir sohbetimiz oldu.

Doğal olarak ekonominin durumunu, gidişatını konuştuk.

Ekonomideki sorunların alarm verici düzeyde olup olmadığını anlamaya çalıştım.

BATI İLE İLİŞKİLERDE YAŞANAN
GERİLİM EKONOMİYİ ETKİLİYOR

Şimşek, dünyayı iyi tanıyan, dünyanın da kendisini iyi tanıdığı, analizleri güçlü, iyi fotoğraf çekebilen niteliklere sahip bir kabine üyesi.

Söylediklerinden çıkardığım sonuç şu:

Döviz kurlarında son dönemde gördüğümüz tırmanışın asıl nedeni,
“Türkiye batıdan kopuyor”
algısının Avrupa’da, ABD’de yerleşik hale geliyor olması.

Mehmet Şimşek’in verdiği rakamlardan yola çıkarak ilerleyecek olursak, Türkiye ekonomisi, milli gelirinin takribi dörtte birini oluşturan, yıllık 210 milyar dolar civarında yabancı paraya ihtiyaç duymaya devam ediyor.

Sonuçta bu bağımlılık devam ettiği sürece, bütünlüklü bir ekonomik bağımsızlıktan söz etmek mümkün değil.

O halde ne yapmak gerekiyor?

Yazının gidişatından, Avrupa’ya karşı, ABD’ye karşı verdiğimiz onur mücadelesinden vazgeçelim, yelkenleri indirelim çağrısında bulunacağım düşünülmesin.

Batının bir taraftan temel Avrupa değerlerini pervasızca çiğnerken, dönüp öbür taraftan demokrasi eksikliğinden karne dağıtmaya çalışmasındaki çarpıklığı her daim aklımızın bir köşesinde tutmamız gerekiyor.

AVRUPA’YI İKİ TÜRLÜ
DÜŞÜNMEK

Avrupa ülkeleri ve ABD ile yaşanan kavgayı hakkaniyet ölçüsüne vurduğumuzda, Türkiye’nin meselelerin büyük bölümünde haklı tarafı temsil ettiği de bir gerçek.

Peki o zaman meselemiz ne?

Kanımca meselemiz biraz nüanslarda gizli.

Şöyle bir örnek verebilirim.

Bir tarafta PKK’nın, FETÖ militanlarının serbest dolaşımda olduğu bir Avrupa var.

Bir de, para kazanmak için Türk Lirası’na yatırım yapıp, döviz kurları yükselince tıpkı Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları gibi kaybeden yatırımcı Avrupalılar var.

Yapmamız gereken şey, birinci grupla ilgili çelişkilerini yüzlerine vurmaktan çekinmeden, ikinci sınıfa giren Avrupalılar ile dokunma mesafesini kaybetmemek olabilir.

Birinci gruptaki batı aklının Türkiye ile ilişkileri provokatif bir dille sunması, oralardaki yatırımcı aklın zehirlenmesi gibi bir sonuç da üretebiliyor.

AB FONUNDAKİ KESİNTİ NEYE
DELALET EDİYOR?

Başbakan Yardımcısı Şimşek’e, Avrupa Birliği’nin 2018 bütçesinde Türkiye için öngörülen fonlarda kesintiye gitmesi meselesini sordum.

Soruma karşılık olarak;

“Bir şey değil bu. Haber etkisi çok kötü ama kendisi hiç anlamlı değil. 2018 yılında Türkiye muhtemelen küresel sistemden minimum 210 milyar dolarlık kaynak bulacak, yani yaklaşık 180 milyar avro. Bu 180 milyar avronun içinde 105 milyon avrodan bahsediyorsunuz”
dedi.

Buradan baktığımızda, 105 milyon avroluk kesintinin abartılacak bir değerinin olmadığı söylenebilir.

Öyle de gerçekten.

Peki, bunun arkası gelir mi?

Bu, biraz da bu kavganın nasıl ilerleyeceğine bağlı.

Şimşek, bulunduğu konum itibarıyla yabancı yatırımcılarla doğrudan muhatap olan bir isim.

Geçen yıl 15 Temmuz kalkışması olduktan birkaç gün sonra, telekonferans yöntemiyle dünyanın değişik ülkelerinden 800 yabancı yatırımcıyla buluşmuş, o belirsizlik ortamında yatıştırıcılık rolünü başarılı bir şekilde yerine getirmişti.

Peki, bugünlerde içeride, dışarıda görüştüğü yabancı yatırımcılara ne anlatıyor?

Sorunun cevabını kendi ağzından aktaralım:

“Batı’yla ilişkilerin zedeleniyor olması, yatırımcının kafasında önemli bir soru işareti. Biz aslında şunu diyoruz: Yakın dönemde Türkiye’nin yaşadıklarını siz, ileri projekte etmeyin. Yani projeksiyonlarınızı, tahminlerinizi yaparken bizim yakın dönemde yaşadığımız travmalara, krizlere, sıkıntılara, başımıza gelen felaketlere verdiğimiz tepkiyi daha çok bu bağlamda değerlendirirseniz, Türkiye’yi daha iyi anlarsınız. Türkiye’nin en yüksek demokratik standartlara erişme iddiasından asla vazgeçmedik. Hukuk devleti ilkesini pekiştirme noktasında zerre kadar tereddüdümüz yok. Temel hak ve özgürlükler anlamında Türkiye Ak Parti’nin ilk günündeki gibi iddialıdır.”

Yukarıda sözünü ettiğim ikinci tür Avrupalı, Batılı için, onları geçtik kendi ülkemizin selameti için bu perspektifi korumak büyük önem taşıyor diye düşünmekteyim.

“Ekonomide alarm zilleri mi çalıyor”
diye sorduktan sonra yazı aldı bizi buralara getirdi.

Başlıktaki sorunun cevabını hak ettiği ölçüde vermeden yerimizi doldurduk.

Devamı için, kısmet, Çarşamba’ya diyelim.

#Türkiye
#Ak Parti
#15 Temmuz