Dünya nereye gidiyor?

04:0031/08/2017, Perşembe
G: 17/09/2019, Salı
Mehmet Acet

Japonya’ya üç buçuk yıl önce o dönem Başbakan olan Tayyip Erdoğan’ın gezisini takip etmek üzere gitmiştim.Havalimanından Tokyo caddelerine ulaştığımızda ilk dikkatimizi çeken şey, sokaktaki insanların kayda değer bir bölümünün ağızları maskeli halde dolaşmaları olmuştu.“Bu nedir? Biz de mi maske taksak”diye sorup soruşturunca rehberimizden şu cevabı aldık:“Bu insanlar, makul bir gerekçesi olmadığı halde, şehirde soludukları havanın kirlendiğine inanmaya başladıkları için böyle yapıyorlar”.Bu ilk

Japonya’ya üç buçuk yıl önce o dönem Başbakan olan Tayyip Erdoğan’ın gezisini takip etmek üzere gitmiştim.

Havalimanından Tokyo caddelerine ulaştığımızda ilk dikkatimizi çeken şey, sokaktaki insanların kayda değer bir bölümünün ağızları maskeli halde dolaşmaları olmuştu.


“Bu nedir? Biz de mi maske taksak”
diye sorup soruşturunca rehberimizden şu cevabı aldık:
“Bu insanlar, makul bir gerekçesi olmadığı halde, şehirde soludukları havanın kirlendiğine inanmaya başladıkları için böyle yapıyorlar”.

Bu ilk gözlem üzerine minibüsteki Türk gazeteci heyeti Japonlarla ilgili şöyle bir mutabakata vardı:

“Bunlar pimpirikli adamlar!”

Kuzey Kore’nin ne zaman ne yapacağı belli olmayan lideri Kim Jung Un, önceki gün Japonya’ya doğru bir füze daha gönderdi.

Füze bazı Japon adaları üzerinden geçtikten sonra, denize düştü.

Füze, Japonya semalarında ilerlerken hemen bütün Japonlara,
“Her an başınıza bir füze düşebilir”
duygusu yaşatan sirenler çaldı.

Kuzey Kore’nin fırlattığı füzelerle ilgili pek çok şey konuşuluyor.

Kim Jung Un numara mı çekiyor? Gerçekten bir savaş provası mı yapıyor? Yoksa güç gösterisiyle dikkatleri üzerine mi çekmeye çalışıyor gibisinden soruların hepsi sorulabilir.

İşin bu kısmına lokal bir gözle bakıp, ciddiye alabilirsiniz ya da almazsınız.

Benim üzerinde durmaya çalıştığım nokta, içinden geçtiğimiz ortamın yakın geleceğe dönük hangi fay hatlarını tetikleyeceği, bu tetiklemenin ne tür sonuçlarla karşımıza çıkacağı sorusu.

Birazdan Avrupa bahsine geçince meramımı daha iyi anlatabileceğimi umuyorum.

İKİNCİ DÜNYA SAVAŞI ÖNCESİNİN
ŞARTLARINA GERİ DÖNMEK…

Gözümüzü ve kulağımızı küresel gelişmeleri iyi analiz eden çevrelere çevirdiğimizde şu türden cümleleri artık daha sık duyuyoruz:

“Dünya, İkinci Dünya Savaşı öncesinin şartlarını yaşıyor.”
“Savaşı bitiren 1945 düzeni çatırdıyor, bunun gürültüsü son birkaç yıldır daha bir hissedilir hale geldi.”
Şu ikinci cümle, içeriği itibariyle, daha geçenlerde Pentagon’un ABD yönetimine sunduğu bir raporda da karşılığını bulmuş,
“ABD imparatorluğu çöküyor”
uyarısı yapılmıştı.

Şimdi biraz somut veriler üzerinden gidelim.

Geçenlerde Foreign Policy Dergisi’nde okuduğum bir yazı, bir süredir bu türden meselelere kafa yorduğum için beni hemen çarptı.

Neden derseniz, fikir olarak zihnimize üşüşen sorulara somut veriler taşıyan bir yazı idi okuduğumuz.

Giriş cümlesi bile üzerinde başlı başına durmayı gerektirebilir:

“Eğer Brexit’in kültürel köklerini tek bir cümleye indirmek isterseniz; Bu, Britanya’nın İkinci Dünya Savaşı’nı Almanya’nın kontrolünde Brüksel tarafından yürütülen bir savaşla kazanmadığı gerçeğidir”.

Kabul.

Biraz alengirli bir cümle olabilir.

O halde cümlenin şeklini değil de, içeriğini tercüme edelim:

“Biz, İngilizler olarak, İkinci Dünya Savaşı’nda bizimle savaşıp oluk oluk kanımızı akıtan Almanya tarafından yönetilmek istemiyoruz”.

İngilizlerin yarıdan fazlasının bu düşünceyi aklının köşesinde tutarak AB’den çıkış oylaması yaptığını bir düşünsenize.

Yazıda benim de biraz o gözle izlediğim Christopher Nolan’ın Türkiye’de de gösterimde olan Dunkirk filmine bir atıf var.

Film, 1940 yazında, Almanların kuzeye doğru yaptıkları bir yıldırım harekatıyla 350 bine yakın İngiliz ve Fransız askerini Dunkirk’te bir sahile sıkıştırması, devamında bu askerlerin İngiltere’ye tahliyesini epik bir dille anlatıyor.

Filmi izlerken, yapımcının yükselen Britanya milliyetçiliğini de kollayacak şekilde, bu işin aslında bir savaş kazanmak değil, özünde bir tahliye operasyonu olduğu gerçeğini kahramanlık hikayeleriyle örtmek için çaba harcadığı da görülebiliyordu.

Yazıdan öğrendiğimize göre,
“Brexit’in sürükleyici aktörü”
olan Nigel Farage, İngiltere’de gösterime girdikten sonra
“Bu filmi yeni nesil bütün İngilizler izlemeli”
çağrısında bulunmuş.
DALGANIN ADI: KÖKLERE DÖNÜŞ
Bu örneklere tekil veriler olarak baktığınız zaman belki bunlar,
“Dünya İkinci Dünya Savaşı’na giden şartları yaşıyor”
cümlesinin içini bütünüyle doldurmayabilir.

Ama belki yakın zamanda şahit olduğumuz şu türden örnekleri hatırlamamız, serdettiğimiz fikirleri biraz daha billurlaştırabilir:

Brexit’e aktif destek veren Trump’ın Almanya Şansölyesi Merkel’in elini sıkmaması, aynı Trump’ın 1945 sonrası güvenliği ABD garantisine alınan Japonya Başbakanı Abe ile yapılan basın toplantısında misafirinin Japonca konuşmasını dinlememesi, Merkel’in, kimilerinin 4.Reich konuşması diye nitelendirdiği “Avrupa artık sırtını ABD ve İngiltere’ye dayamamalı” konuşması, İngilizlerin nüfusunun yarısından daha fazlasının destek verdiği “Hasmımız Almanya” görüşünün yaygınlaşması, Rusya ve Almanya’nın nüfus mücadelesinin artması, zaten pimpirikli olan Japonların 72 yıldır tazyikli suyla yıkanan beyinlerinin 1945 öncesini yeniden hatırlamaya başlamaları…

Hadi, bütün adamlarını kaybeden Trump yakın zamanda gidebilir diyelim.

Peki, bu durumda bu dalganın arkası kesilir mi dersiniz?

#Dünya
#Almanya
#İngiltere