Adalet şeylerin yerli yerinde olması demek. Marifet gerektiren bir bakışla hakikati gören için her şey her an yerli yerincedir ve bizim haksızlık (gayrı Hak) olarak gördüğümüz her şeyde kesintisiz olarak Hak tecelli etmektedir. Hikmeti gönülde doğar durur.
Lakin nefsin daha kısıtlı görüş alanından bakabilen bizler için henüz bu tarz bir kamil bakış söz konusu olmadığından adalet dendiğinde onu dağıtmakla yükümlü kurum / kişi / topluluk gibi mercilerin tavrını esas alıyoruz. Ve bunun kurala / vicdana uyup uymamaklığı üzerinden bir kıstas oluşturabiliyoruz ancak.
Kainatta her şeyin her şeyle olan bağını kuramadığımız gibi, bu bağın asıl olarak her canlının birbiriyle olan alışverişiyle /vereceği ve alacağıyla kurulduğunu tahayyül etmiyoruz çoğunlukla. Dışımızda olan içimizdekinin yansımasıysa, adalet önce insanın nefsinde sağlanmalı. Kibrin tevazu ile dengelenmesi gibi. Bu durumda kişiyi adalet duygusuna sevk edecek olan tevhid. Tevhidi gerçekleştirmiş vücuddaki dengeye adalet deriz. Azalarımız Hakkın gören gözü, işiten kulağı, konuşan dili olduğunda...
***
Altı yıl önceydi, Arafat’ta herkes ile her şey ile bir olduğumu hissetmeye başladığım o inanılmaz yoğun anlardan birinde gönlüme adalet duygusu geldi. Orada, milyonlarca hacı bir arada, bir yandan nefsimizin putlarını kırmaya çalışıyorduk, bir yandan da bir arada aynı vücudun azaları gibi oluşumuzun mecazlarında tevhid egzersizi yapıyorduk. Ah dedim, ah!
Yıllarım haksızlıklara karşı yazarak çizerek, konuşarak, sokakta derneklerde, toplantılarda geçmişti. Türkiye gibi saat başı adalet ve zulüm ekseninde bir o yana bir bu yana kaykılan bir ülkede, kendi nefsime dair pek az, ama mazlum ve mağdurlar için pek fazla uğraşmış terlemiş, dert çekmiştim.
Orada, Hac farizasının en meşakkatli anlarından birinde, ansızın bir doğuş oldu gönlümde. Müzdelife’de toprak altından toplayacağım, sanki tenimi eşeler gibi toprağın karanlıklarından çıkaracağım taşların hangi zaaflarıma tekabül ettiğini düşünüyordum.
Ümmetin dertleriyle dertlendiğimiz kadar nefsimizin zaaflarını gidermekle dertlenmediğimiz ölçüde tevhidi ispat edemeyeceğimizi, vicdanımızda gerçekleştiremeyeceğimizi o vakitler düşünüyor muydum sanmıyorum ama adaletin külli bir manası olduğuna varmıştım. Milyonlarca kişinin içinde, birbirini hata yapmamak için kollayan bunca gayretli ve niyetli arasında hepsinin dertlerini acılarını vücudumda hisseder olmuştum. Onlar da benimkini...
En fazla hassas olduğum dürüstlük adalet ve vicdan kavramlarıydı. Tabii en çok da sınavı buradan yediğime bakılırsa (durmadan iftiralara uğramak, olmadık haksızlıklara maruz kalmak gibi) başkalarının başına gelen haksızlıklarla uğraşmak dışında bir başka direniş biçimi daha olmalıydı diye düşündüm.
Bizim gibi adaletsizliklerle mücadele edenlerin kendini dürüst ve vicdanlı zannetmesinin gizli gizli putları dikilmemiş miydi hiç? Adalet talep eden her kim, bir süre sonra hakkı kendi tekeline almıyor muydu? Hakkı kendi nefsine izafe edenin Hakla alıp vermesi ne kadar mümkündü peki? İşte ah ettiğim an!
***
Kendini en haklı, en dürüst, en mazlum sandığın an da pekala çakıyordun sınavdan. Yıllarca dişinle tırnağınla kazıyarak yaptığın ve kendine mal ettiğin bütün hasletleri terk etmeden, hakkıyla hakkı tanımak mümkün müydü? Hakka karışmak?
Sadece taşlara yüklediğin kötü huyların değildi senin benliğinin günahı, iyi huyların da dahildi! Hiçbirinin sana ait olmadığını anlaman için kaç belaya maruz kalacaksın daha kim bilir demiştim! Kan ter ve gözyaşıyla?
Benim dediğin hiçbir şey sende kalmayana dek vermen gerektiğinde Yarabbi Sensin diyemeden, celalinde cemalinde Hakkı birleyemeyen nasıl razı olacaktı rızkına? Payına düşenin hakkı olduğuna nasıl kanaat getirecekti? Allah’ın adaleti gereği değil miydi birine bir tepsiyle sunduğunu bazen sana bir avuçla vermek? Nasibindeki sırrın hikmetine nasıl vakıf olacaktın?
***
Hazreti Musa’ya atfedilerek anlatılan bir kıssa vardır. “Yarabbi bana cemalini göster” der ya. Git şu dağ başına, bekle, ben geleceğim demiş. Musa bütün gün aç susuz beklemiş. Kimse gelip gitmemiş. Bir ara dilenci kılıklı biri geçip su istemiş. “Ya çekil git başımdan şimdi çok meşgulüm” demiş ona. Akşam olunca “neden gelmedin Yarabbi” diye sitem ettiğinde şu cevabı almış: “Geldim ya Musa, senden bir bardak su istedim ya!”
Yegane mevcudiyetin Hak olduğunu vicdanında bilmenin merhaleleri var, Hakkı, ödediğin onca bedele rağmen adalet talep etmeye devam ederek bilmek yeterli değil yakinen bilmeye! Bu, sen / ben davacılarının işi büyük ölçüde. Ama vecd ile idrak edebilirsek bize sır olan nasibimizi ‘oku’maya başlayabiliriz.
Kendini okuyan alemi okur. İlahi sırları kendinde cem edebilen varlığın sırlarını okumaya başlayacaktır. Adalet, böylesine bir tevhidi bakışla içeriden dışarıya, enfüsten afaka yansırken, işte, ah ede ede, her şeyin yerli yerince olduğunu görecek bir gönül büyüyor içten dışa, içe.
***
Adaleti kendi nefsinde gerçekleştirip tevhidi ispat edemeden sloganlarla mazlumiyet naraları atan ey herkes, hepimiz! Ruh yürümektir. Nefsin ruha yolculuğu gece yürüyüşünde kanatlanabilmektir bir bakıma. Yürüye yürüye kavuşacağın kendinsin. Ama yol meşakkatli. Kameraların, sloganların, pankartların gerisinde, söylenmemiş bir kelime gibi adalet. Anlamına kavuşmayı bekliyor senin dilinde, elinde, belinde. Tüm azalarını ümmet kılmanı bekliyor.
Varlıkla hemhal olduğunda, her şey ile her şey arasındaki bağı kurduğunda tastamam bir sarılma ile kavuşmuş olacaksın. Kavuşulmamış bir zerre boşluk bile kalmayacak. Her şey yerli yerinde olduğunu idrak ettiğinde ola ki ah dersin. Ahını aldığın kim varsa, tamamlanır alış / verişin.
BIST isim ve logosu "Koruma Marka Belgesi" altında korunmakta olup izinsiz kullanılamaz, iktibas edilemez, değiştirilemez. BIST ismi altında açıklanan tüm bilgilerin telif hakları tamamen BIST'e ait olup, tekrar yayınlanamaz. Piyasa verileri iDealdata Finansal Teknolojiler A.Ş. tarafından sağlanmaktadır. BİST hisse verileri 15 dakika gecikmelidir.