Bugün dünyada şu oldu. Bizim coğrafyada bunlar oldu. Yorumlarımız, hükümlerimiz, kuramlarımız, analizlerimiz şu yönde. Peki sende ne oldu? Bende? İçimizde? Ruhumuzda? Halimizde?
İçimizde olanlar ile etrafımızda olanlar birbirinden çok mu ayrı sanıyoruz? Niyazi Mısri ne güzel söyler: “Dışın içe hayalatı, için dışa zuhuratı / Birinden ol birine tuhfeler her bar olur peyda.”
Evet, hangi konuda olursa olsun alametleri hem nefislerimizde hem çevremizde / afakta ‘okuma’ marifetine ulaşmadan bütüncül bir yorum yapmaya muktedir olamıyoruz. Türkiye için de bu böyle, dünya için de.
O yüzden dönüp dolaşıp yine güncel ve siyasi dilin arkasındaki aslımıza ait olan gerçeğin dilini konuşma gereğine varıyoruz.
Bunu hece hece sökebilmenin yolu, kendine dönmekten, içine bakmaktan, tefekkür ve tezekkürden geçiyor öncelikle. Ama hepsi bu değil. Siyasetin, dünyadaki karambol ve savaşların ardındaki manevi gücün hayatımızdaki izlerini birer ipucu gibi okumakla da yükümlüyüz. Her olayda, her solukta.
Çünkü şeyler arasındaki bağ kesintisiz devam etmektedir.
***
Türkiye bir süredir yeniden büyük bir ekonomik kuşatma altında. Bu öyle bir süreç ki, atılan adımları daha atılırken görebiliyor, hedefini saptayabiliyoruz. Eskiden de belki böyleydi ama bu kadar aleni bir düşmanlaştırmaya maruz kalmadığımızdan daha saklı, daha örtülü, daha dolaylı oluyordu ihanet ve kanırtmalar.
Bu kez alenileşmesinin tek nedeni ise Türkiye’nin bir türlü eskisi gibi ele geçirilemez oluşu. Ne kanlı bir darbe ve işgal girişimi, Gezi isyanı, ne hendek terörü, ne Işid ve canlı bombalar, ne diktatör iftirası, ne de sözümona bütün tutuklananların haksız yere tutuklanmış olduğu karalama kampanyası!
Sanki saat başı ihanetin göbeğine atılmıyormuşuz gibi, normal koşullar altındayız, homojen, çatıştırılmaya elverişsiz, uzak ve taşra bir memleketteymişiz gibi! Ama demokrasi, Avrupa kriterleri ve insan hakları çığlıkları atanların gerçeği örten perdesi yetmedi Türkiye’nin esaret altına alınmasına. Çünkü asıl demokrasi dersini (ve demokrasimizin nasıl kemale erdiğini) darbeyi savuşturmak adına tanka karşı kurşun yemekten sakınmayanlar bütün insanlığa gösterdiler.
Elbet bir yığın yanlışlıklar, haksızlıklar oldu, oluyor. Lakin hiçbiri bir kuşatma altında olduğumuz gerçeğini değiştirmediği gibi, son dalga ekonomik sataşma da devreye sokuluverdi.
***
Ama Allah aşkına AB kriterlerini yerine getirmediğimiz için ekonomik kısıtlamaya gidilecek olması –evet AB’den böyle bir karar çıktı bir iki gün önce- burada yaşayan belli bir donanımı ve tecrübesi olan, ideolojik yobazlığa yenik düşmeyen her sıradan vatandaşın çıldırmasına yetiyor!
Teröristlerin Avrupa sokaklarında meşru bir zeminde meydan meydan, meclis meclis saldırganlıklarını sergilemesine izin veren bir AB. Darbe ve işgalci eli kanlı katilleri serbestçe ülkesinde barındırırken, mazlum göçmenleri sınırlarına sokmamak için bin dereden su getiren bir AB.
Teröristlere tırlar dolusu silah yardımı yapan bir AB. Baştan sona yalan haberleri paketleyip algı operasyonu yapan medyasıyla vicdani kriterleri her gün satır satır çiğneyen bir AB. Cami yakan, insanları vurup katleden halkına yaptırım uygulama konusunda isteksiz bir AB. Göçmen vatandaşlarına bile vicdansızlığını, ırkçılığını her an aleni olarak sergileyen bir AB.
İnsan sormadan edemiyor: Hangi AB kriterlerine uymakla insan olarak şereflenebiliriz ki artık? Ama aslımıza bizi götürecek olan şu soru da dahil buna: Peki biz hangi kriterlerin rızasında / güdümündeyiz?
***
Buradaki vesayet sisteminin ancak AB gibi böyle bir evrensel perspektif bahanesiyle aşılabilir olduğunu darbe ve provokasyonlarla geçen on yılların kanlı deneyimleriyle farklı kesimler hep birlikte görmüştük. Bir evrensel insanlık üslubu adına, bir gelişmiş demokrasi perspektifi adına uzun yıllar resmi olarak da desteklenen AB üyeliğini bir insanlık ittifakının kurulabilir olma ihtimaliyle değerlendirdik.
Ama iş ciddiye bindikçe Türkiye’yi veto etmeye başlayan halkların hangi düzeyde bir algıyla medya ve siyaset tarafından manipüle edildiğini ve nasıl faşizanlaşmaya başladığını gördükçe, aslında çok da şaşırmadık. “Özgürlük eşitlik kardeşlik” sloganının nasıl istismar edildiğini hayatımızın her anından biliyorduk.
Ama dediğim gibi giderek devletlerin siyasetinin halklardan meşruiyet bulması için öyle büyük bir ortam olgunlaştırma provokasyonları yapılıyor ki, düşmanlaştırma giderek alenileşiyor artık. Biz ki, Avrupa kültürüne doğmuş, Batı kültürüyle yetişmiş kişileriz, etrafımda eskiye oranla pek çok kişi isyan ediyor bu ikiyüzlülüğe.
***
Başladığım yere döneyim. AB kriterlerinin küresellik adı altında insanlığa sunduğu kuramsal olarak elbet elle tutulur güzel şeyler vardı. Pratikte bunların tatbik edilememiş olması bize bir kere daha şunu gösteriyor:
AB gibi Türkiye’nin nefs-i emmaresini temsil eden güçleri putlaştırmadan, kesrette vahdet şuurunu özdeki ‘gerçeğin birliği’ noktasında buluşturmadan, Hak bilincini hakikatin tecelli ettiği her anda işitmeye yönelik bir medeniyet kurgulamadan, Mısri’nin dediği gibi, “nefsin yeter sana düşman” noktasını idrak etmeden küresel siyasetin hamasi çukurlarından zaferle çıkmamız kolay değil.
Bizi çatıştıranların diplomatik kanırtıcılığına yüz yıl daha taviz vermektense kendi kalbimizde atan gerçeğin dilini nefsin sığ terimlerinden ruhun sırlı alanlarına tahvil etmeye ve insanlık siyasetine bir an önce tercüme etmeye başlamalıyız.
BIST isim ve logosu "Koruma Marka Belgesi" altında korunmakta olup izinsiz kullanılamaz, iktibas edilemez, değiştirilemez. BIST ismi altında açıklanan tüm bilgilerin telif hakları tamamen BIST'e ait olup, tekrar yayınlanamaz. Piyasa verileri iDealdata Finansal Teknolojiler A.Ş. tarafından sağlanmaktadır. BİST hisse verileri 15 dakika gecikmelidir.