“Cennetin dört ırmağını kendinde bul” diyordu Nusret Tura. Nasıl da meşakkatli bu yol. Yokluğa, ölmeye talip olanların yolu.
Cennete dökülen ırmaklar. Neyse artık dört ırmak, insanın içindeki. Tefekkür etmek lazımdı. Ama vaktin yok tefekküre. Elle tutulur, gözle görülür somut bir şey değil ya bu tefekkür. Hızla sınırlı, hazla çevrili, tüketime endeksli bir şey de değil ki. “Şaşırırsın konuşurken. Otluktan dışarı çık. Can kulağını eşek anırmaları ile meşgul etme.” Diyordu. Bir bakıyorum her yanda can kulağını tırmalayanlar.
“Çok doğal değil mi sence, 15 Temmuz’da veya öncesinde sonrasında olanlara kuşkuyla bakmam.” İşte sevdiğim bir dost. Ve yine bir şok!
Son derece yakıcı yaşanılanlar var. Tanıklıklar var. Dışarıdan değil, içerden, onlarca kalkan perde var. Ola ki merak eder, soru sorar. Ama yok.
Peki herkese, her argümana eşit mesafede duran kuşkucular için haklı olana hakkını teslim etmek diye bir şey yok mudur bir gün?
***
Sana içeriden yaşadıklarımı ve ama senin bilmediklerini anlatmama izin vermedin. Bilmiyorum diyerek Hızır’la aşk yolculuğuna talip olan Musa’nın (as) kıssasını birlikte değil miydik tefekkür ederken.
Ne söylemeye çalışsam o can havliyle, o şok ile.. Hangi yaşanmışlığı hangi ağır mevzuyu anlatmaya kalksam, ya biliyorum dedin, ya da asla inanmaz gözlerle baktın. Savcı cinayetiyle ne ilgisi var bu olanların? Kemalistlerin, vesayete karşı çıkanların ortak olarak kandırılmış olmasıyla ne alakası var mesela bu şantajların? Hrant cinayetinin konumuzla ilgisi ne? Bu kadarı komplo deyip çıkacakken işin içinden... Konuşturmadın bile.
Hem bilmeyip hem anlatılırken susturup, hem tahammülsüzlükle suçlayıp, hem de ne kadar demokrat ne kadar liberal olduğunun sağlamasını yaptın. İftiraların, suikastların, kanlı kansız kıyımların içinden bir çığlık duyabilecekken; güzide ses tonuna, asude beden diline benzemeyen yakıcı bir gerçeğin ifadesini hemen yargıladın. Ne kolay!
Kendi haklılığına kılıf biçtin. Hakkı kendine izafe etmişsin zaten. Bu eşitlikçi kuşkuculuk öyle bir put ki, böyle yapınca hep haklı, hep adaletli oldum sanıyor insan. Bir Hızır misali ehil eller tarafından kırılmadığı sürece, her dine eşit mesafede olanların taptığı o sofuluk putu gibi, farkında dahi olmadan sana vurana öteki yanağını da döner durursun: Canıma kast edilmiş, ölürken elimde silah bile olmadan direniyorum ama bi dakka insan hakları, aa bu nasıl bir ses tonu!
Haklı olmanın edebini kılıç ile kuşanmanın nasıl bir meşakkat olduğunu sahiden bilmiyormuşsun. Saldırganlaşmadan, nefret etmeden, öfke ve intikam hissiyle dolmadan da (gerekirse kılıç ile, silah ile) canını savunmanın, çoluğunu çocuğun hayatta kalsın diye tankın karşısında vücudunu siper etmenin kudreti sözsüz bir anlatımdır. Zaten biliyorsun pardon.
Sen devam et ılımlı kuşkuculuğuna. Her şeyi melezleştirip kendi baskın imgesine benzeten hakim sosyolojiye benzemez yakıcı gerçek, vicdanın melezi yoktur ama neyse. Yine ben oldum senden özür dileyen. Defalarca da dilerim. Yeter ki sorsaydın, aaa sen de böyleymişsin işte demekten öte! Merak etseydin.
***
Yaşadığı yeri sevebilenlerin yerli / yakîn ve sevemeyenlerin yabancı / uzak olduğu bir gönül bu. Vatan. Onun için bir şeyler yapmak illa faşizmdir diye öğretmişler bize. Kuşku duymadan doğru kabul etmişiz.
Savunuyorsun deyip durdun. Neden sonra, çok sonra idrak ettim. Neyi savunuyorum bir türlü anlamamıştım. Meğer hükümeti savunuyorsun diyesiymişsin. Ben nereden, hangi dilden sana sesleniyorum, sen nereden duyuyorsun?
İlla karşındaki senin için narin parmaklarını göstererek senin anlayacağın dilde tahlil ve analiz ettiği zaman mı ve illa senin normlarını doğru kabul ederek argümanlar sıralamak durumunda bırakıldığı zaman mı ilgi duyacaksın gerçeğe?
Karşındakinin vücudundaki tezahürlerden de yaklaşabilirsin bazen gerçeğe. Eğer gönülden bakarsan. Ama sen siyasetin, ideolojilerin, medyanın, muhalif aydınların makbul / meşru kabul edilmiş nakaratından baktın sadece. Bendeki gerçeğin yüreğine hiç ama hiç değmeden. Benim gibi milyonlara!
Sana anlatmaya kalktığımda da: “Biliyorum! E onu da biliyorum, tabii ki bunu da biliyorum...” Eee biliyorsun da nasıl hala bilen ile bilmeyeni eşitliyorsun?
Ah bu eşitlik adına adaleti katleden kuşkuculuk! Her tarafa eşit mesafede yaklaşmanın adalet getirdiğini sanan akıl tutulması! Vicdan örtüsü! Ah!
***
Cennetin dört ırmağını kendinde bulmak için, kıymeti başka yerlerde arayanların tuzaklarından seke seke dönüp gelmeli gerçeğe talip olan. “Gülistanda leş koklanmaz. İşret meclisinde aşk şarabı iste. Toprakta eşinenlere denizden bahsedilmez. Hadım ağasına dilberin güzelliği tesir etmez. Tedbir ve tasarrufun hileli yılanlarına yaklaşmadan kafatasını boşalt, aşkın esansı ile doldur!” Diyor. Nusret Tuna. (Aşk Yolu’nda. İnsan yayınları, 1995)
Sen Musa gibi (as) her şeyi bilen peygamber de olsan, sana bilmediğini konuşan bir Hızır (as) gelecek. Gelir. Ne zaman? Şüphe solucanlarından öte, aklının kanatlarınla uçamayacağın o son ağaca geldiğin zaman.
Ta ki benlik gemin delinmiş, nefs çocuğun boğulmuş, gönül evlatların baştan aşağı yıkılmış o harabenin gerisinde yeniden örülen duvarda saklı hazine olsun. Yitik hazine. Ledun dilinin alfabesi hepimizin anadilidir kendi kalbinde. Ola ki işitelim. Sökelim hece hece. İnsanın değeri aradığı şeylerle ölçülür.
Bazı sözler gün gibidir derler, gölge bulunmaz. “Ne ahmaktır o kimse ki, sevgilisi evde onu bekliyor, ama o dışarıda gezip tozuyor.” Biliyorsun. “Neşe ve keder yan evdedir. Gel sevgilim biz içmeye devam edelim!” Kana kana o ırmaktan. Biliyorsun ırmaklar denize dökülür. Biliyor musun derken ola ki ummanadır!
BIST isim ve logosu "Koruma Marka Belgesi" altında korunmakta olup izinsiz kullanılamaz, iktibas edilemez, değiştirilemez. BIST ismi altında açıklanan tüm bilgilerin telif hakları tamamen BIST'e ait olup, tekrar yayınlanamaz. Piyasa verileri iDealdata Finansal Teknolojiler A.Ş. tarafından sağlanmaktadır. BİST hisse verileri 15 dakika gecikmelidir.