Kurumsal Songül abla

04:005/11/2017, Pazar
G: 18/09/2019, Çarşamba
İsmail Kılıçarslan

Yazmasının üzerine öylece kovuverdiği sakızıyla odaya girer, ‘bilmiyorum işte şu Türk kahvesini yapmayı, isteyip durmayın artık’ diye söylene söylene kahveleri dağıtır, kapıdan çıkarken sakızı kafasından alıp ağzına atıverirdi.Kral FM yıllarıydı. Songül ablanın çayı kahveyi yaptığı, yemekleri pişirdiği küçük mutfağında her daim Kral FM açık olurdu. Bakmayın siz ‘bilmiyorum’ demesine. Çayı da, kahveyi de, yemekleri de şahane yapardı. Bir de dert anlatır, dert dinlerdi.‘Adımı niye böyle koymuş babam?

Yazmasının üzerine öylece kovuverdiği sakızıyla odaya girer, ‘bilmiyorum işte şu Türk kahvesini yapmayı, isteyip durmayın artık’ diye söylene söylene kahveleri dağıtır, kapıdan çıkarken sakızı kafasından alıp ağzına atıverirdi.

Kral FM yıllarıydı. Songül ablanın çayı kahveyi yaptığı, yemekleri pişirdiği küçük mutfağında her daim Kral FM açık olurdu. Bakmayın siz ‘bilmiyorum’ demesine. Çayı da, kahveyi de, yemekleri de şahane yapardı. Bir de dert anlatır, dert dinlerdi.


‘Adımı niye böyle koymuş babam? Benden önce olmuş dört tane kız. Ben de kız olunca olmuşum Songül. Allah’tan insaflı adamdı benim babam. Yoksa sana olurdu adım Yeter, Kısmet yahut İmdat’ diye gülerek anlatırdı isminin niçin Songül olduğunu.

Hikâyesi acıklıydı. Babasının ‘buna varacaksın’ diyerek zorla evlendirdiği hayırsız kocası, düğünden altı ay sonra ‘bir yıla kalmaz dönerim’ diyerek İsviçre’ye gitmiş, bir daha da dönmemişti. Songül abla, Ayşe kızıyla kalakalmıştı. ‘Dört ay evlilikten aha bu yadigâr kaldı bana’ diyerek severdi bazı günler fakülte sonrası şirkete uğrayan Ayşe’yi. Sevmek dediysem, öyle böyle değil. ‘Anne yeter ama’ diyene kadar sarılıp uzun uzun koklamalı bir sevme.

Ben mutfaktaysam dokunmazdı ama Ayşe’ye. Yutkunduğumu bilirdi çünkü. Ana sıcaklığı nedir bilmiyordum çünkü. Neyse, uzun hikâye…

Çalışmış Songül abla. Hep çalışmış. Konfeksiyonda, kimya fabrikasında, gündelikçi olarak… Her yerde çalışmış. Kızını muhannete muhtaç etmeden 19 yaşına getirmiş.

‘Peki hiç mi aramadın abla kocanı?’ sorusuna ‘ı-ıh. Ne arayacam? Varsın boğulsun pisliğinde’ diye cevap verirdi. Sonra duraksar, ‘hem kızını aramayan bir adamı aramak bana yakışır mı? Kızını saymayan adamı saymak olur mu?’ derdi, ‘ölse daha iyiydi ama ölmemiştir o. Ölseydi bilir, duyardım.’

Bazen tasarıma dalıp gitmişken yanımda bitiverir, çay dolu kupayı masaya bırakırken ‘gözün bozulacak gözün, az uzaktan bak şuna’ deyip çıkardı odadan. Bazen de omzuma dokunur, ‘büyük adam olacan sen’ deyip gülümserdi.

Kurumsal olma yıllarıydı. Bir başarı hayaleti gibi dolaşıyordu bu büyülü tamlama memleketin bütün şirketlerinde. Neydi, bilen yoktu ama kesin olarak çok iyi bir şeydi. Çok iyi bir şey olmasa dünyanın en önemli şirketleri ‘kurumsal gelişim’ için milyon dolarlar döküp de başarılarını bir prosese bağlarlar mıydı?

‘Haksız mıyım arkadaşlar’ diye sırıtarak bitirmişti sözlerini genel müdürümüz Ayhan Bey. Bizim Yusuf hırt ya, ‘efendim çok iyi düşünmüşsünüz, hem kurumsal olursak belki de mesai ücreti düzenine geçeriz. Geçen hafta yine her gün 15 saat çalıştık ya, o bakımdan’ deyip adamın kalbine indirmeyi denemişti. ‘Ee, tabii arkadaşlar biliyorsunuz sektörümüzün karlılık oranları emek yoğun bir çalışma hayatı gerektiriyor. Succsess için fedakârlık şart’ demişti Ayhan Bey. Bizimki yine durmamış ‘iyi ya müdür bey. Biraz da siz fedakârlık yapın işte. Bütün fedakârlığı bizden beklemek kurumsallığınızı bozmasın’ demişti büyük bir ciddiyetle.

Şirket genel müdürlerinin CEO’luğa terfi etmediği, ama nedense konuşmalarının arasına İngilizce kelimeler serpiştirdiği yıllardı.

Aradan bir zaman geçti. Şirkete biri erkek biri kadın iki aşırı ciddi tip geldi. ‘Bu ekip kurumsal gelişim prosesimizi yönetecek arkadaşlar. Sordukları her soruya içtenlikle cevap verin. Yardımcı olun’ diye emir verdi Ayhan Bey.

Acayip kurumsal bir hava geldi şirkete. Bu iki aşırı ciddi tip sordular, soruşturdular, ‘şirkette ne düzelirse işler yoluna girer’ sorusuna hep ‘Ayhan Bey’ cevabı aldılar falan.

15 günün sonunda Ayhan Bey hepimizi topladı. ‘Hepimiz’ dediğim, yekûn 16 kişi.

‘Evet, arkadaşlar. Kurumsal gelişim proses raporumuz bitti. Buna göre…’ cümlesiyle başlayıp aralıksız yarım saat çeşitli kurallar okudu hepimize. Ardından da Yusuf’u ve Songül ablayı ‘kurumsal kültürümüze uygun olmadıkları’ gerekçesiyle işten çıkarttı.

‘Öyle sakızı tepesinde, herkesle muhatap olup sohbet eden bir çaycı figürünün şirketimize zarar vereceği gerekçesiyle’ falan diye geveledi.

Odama döndüm, eşyalarımı topladım. Yusuf’a ‘bilardo oynamaya gidek mi’ dedim. İstifamı verip çıktım.

Birkaç ay sonra duyduk ki Ayhan, uzak akrabası birini almış çaycı olarak işe. Her seferinde de ‘Yusuf’u işten çıkardık diye istifa etti adam. Hiç iş kültürü yokmuş yahu’ diye söyleniyormuş benim hakkımda.

Hâlbuki ben Songül abla yüzünden ayrılmıştım işten. Sakızını öyle koymasını, Kral FM dinlemesini, dert anlatmasını, ‘gözün bozulacak gözün’ demesini seviyordum. Kurumsallığa uygun olmasa da…

#Songül Abla
#Yusuf
#Radyo