Gerçek şu ki...

04:0019/09/2017, Salı
G: 17/09/2019, Salı
İsmail Kılıçarslan

Gerçek şu ki, Ali Erbaş Hocanın Diyanet İşleri Başkanı olarak atanmasının etrafında gelişen tartışmaları epey tuhaf buluyorum. Erbaş’ın FETÖ etkinliklerine katıldığını, kitabının FETÖ yayınevinden çıktığını, ama bütün bunların 17-25 Aralık sürecinden önce olduğunu bir tek troller biliyor olamaz çünkü. Hakan Fidan, Bekir Bozdağ, Binali Yıldırım, Recep Tayyip Erdoğan... Hepsi biliyorlardır Erbaş’ın kim olduğunu. Zaten bilmiyorlar ve yaşanan onca şeyden sonra FETÖ üyesi bir ismi Diyanet İşleri Başkanı

Gerçek şu ki, Ali Erbaş Hocanın Diyanet İşleri Başkanı olarak atanmasının etrafında gelişen tartışmaları epey tuhaf buluyorum. Erbaş’ın FETÖ etkinliklerine katıldığını, kitabının FETÖ yayınevinden çıktığını, ama bütün bunların 17-25 Aralık sürecinden önce olduğunu bir tek troller biliyor olamaz çünkü. Hakan Fidan, Bekir Bozdağ, Binali Yıldırım, Recep Tayyip Erdoğan... Hepsi biliyorlardır Erbaş’ın kim olduğunu. Zaten bilmiyorlar ve yaşanan onca şeyden sonra FETÖ üyesi bir ismi Diyanet İşleri Başkanı olarak atıyorlarsa bence ortada mesele kalmamış demektir.


Daha doğrusu ortada bir mesele yok demektir. 15 Temmuz gecesi 250 insan boşuna ölmüş, FETÖ ile mücadele boşuna verilmiştir. Diyeceğim o ki, Ali Erbaş Hocanın FETÖ iltisakına inanmadım, inanmayacağım. Bunu yaparken de Ali Erbaş Hocaya kefil olan dostlarım kadar, hatta onlardan daha çok o ismi o koltuğa atayan Recep Tayyip Erdoğan-Binali Yıldırım ikilisine güvenmeyi tercih edeceğim. Hem Recep Tayyip Erdoğan ile Binali Yıldırım ikilisine güvenmek her anlamda trollere de, bu iki isim üzerinden mıgır bir temsiliyet iddia edenlere de güvenmekten çok daha iyi, öyle değil mi?

Gerçek şu ki, kamuoyuna isimleri ‘diyanet işleri başkanı olabilir’ diyerek sızdırılan isimlerin tamamından daha doğru bir tercih olduğunu düşünüyorum Ali Erbaş Hocanın. Fakat tabii ki Mehmet Görmez Hocanın gönderilmesine de, gönderiliş biçimine de itirazımı saklı tutmak kaydıyla. Daha yapacak çok işi, hayata geçirecek çok projesi vardı Görmez’in. Belki bundan da önemlisi, Türkiye’de -bazı küçük kesimler hariç elbette- herkes hocayı çok sevmişti. Umudum odur ki Ali Erbaş Hoca, nasıl bir miras devraldığını fark eder ve tıpkı Görmez Hoca gibi çok başarılı bir başkanlık performansı sergiler. Hocanın bu performans için gerekli donanıma sahip olduğuna dair kuşku yok. Siyasi iradenin bütünüyle arkasında durduğuna dair de... Geriye hayırlı hizmetleri hayata geçirmek kalıyor yani. İnşallah öyle de olacaktır.

Gerçek şu ki, Türkiye’de herhangi bir konuda itirazı olan, herhangi bir eleştirisi olan herkes tuhaf, berbat bir düzleme mahkum edilmektedir. Hemen her gün bunun bir örneğini görüyor, yaşıyoruz. Bu tuhaf düzlem yakında ‘herhangi bir fikri olan herkes’ kümesine kadar ilerleyecektir. Korkum budur. Niçin? Anlatayım. Belki okudunuz, Maturidilik çerçevesinde iki yazı yayınladım bu köşede. Her iki yazıda da bu konuda yazı yazmanın aslında haddim olmadığını, bunu bir zorunluluk olarak gördüğüm için yazdığımı sarahaten belirttim. Elbette hatalı, yanlış, isabetsiz görüşlerimin olabileceğini de... Kaldı ki bu sadece Maturidilik meselesinde değil, sorumluluk alarak yazdığımız, söylediğimiz, dile getirdiğimiz her şeyde böyledir. İnsan dediğin hata yapar. Ancak herhangi biri herhangi bir konuda fikir beyan ediyor diye idama mahkum edilir mi yahu? ‘Sen kim Maturidilik hakkında yazmak kim?’ cümlesini sindirebilirim elbette, ama yahu ‘İmam Maturudi’nin iki kitabını, onun hakkında yazılmış üç beş araştırma kitabını okuyarak yazı yazma cüretini kendinde nasıl bulursun?’ cümlesi nasıl bir cümledir. Bir konu hakkında fikir beyan etmek için kitap okumanın yetmediğini düşünmek nasıl bir zihinsel sapmadır? Aslında biliyorum ne demek istediğini böylelerinin. Aslında diyorlar ki ‘benim şeyhim, hocam, alimim, bilmem kimim dururken ve onlar Maturidiliği, Hanefiliği, Sünniliği tekellerine almışken sen kim köpeksin de bu konuda fikir beyan edersin?’ Bu çölleşme, bu sakat bakış bizi bitirecektir. Tedirginim çok.

Gerçek şu ki, Türkiye’de büyük ve kötü bir moda haline gelen ‘İslamcılık eleştirileri’ni kahkahalar eşliğinde izliyorum. Hayatını Abduh’un, Seyyid Kutub’un, Mevdudi’nin ve daha bilmem kimlerin sapık olduğunu ispata adamış, Müslümanlara sürekli sağcılık ve nostalji pompalayan, darbeci askerlerden aldığı bütçeyle yayıncılık yapan, Amerikan filosunu memlekete buyur etme sektöründe çalışmış, yazdıklarına yaşına hürmeten sustuğumuz sünnetçi şapkalı amcayı falan geçtim. Başka koca koca adamlardan söz ediyorum. Daha ciddiye alınabilir adamlardan. Yahu, 1980’lerde bile dolaşımdan kalkmış İslamcılık eleştirileri ile bugünün, 2017 yılının İslamcılığı eleştirilir mi? Biraz gelişim gerekmez mi? Bugünün İslamcılarının iddialarını, tezlerini, açmazlarını düşünmek, bunlar üzerine kafa yormak gerekmez mi? Bakın size birkaç ipucu vereyim. İslamcıların STK’cılıkla, bilhassa diğer tüm iddialarını dışarıda bırakan STK’cılık anlayışıyla imtihanına çalışın biraz. Niçin tüm dünyada İslamcılığın -tıpkı Sosyalizm gibi- artık kurucu metin üretemediğine kafa yorun. İslamcıların örgütlenme modellerinin niçin giderek -yine tıpkı Sosyalistler gibi- ‘klik’ halinde gerçekleştiğini düşünün. Yerlilik, modernizm, sekülarizm, servet kullanımı falan gibi eleştirilerle geldiğinizde sadece komik oluyorsunuz. Mesele ciddi, komikliğin lüzumu var mı?

#Ali Erbaş
#Diyanet İşleri Başkanlığı