Bayramdan önce

04:002/09/2017, Cumartesi
G: 17/09/2019, Salı
İbrahim Tenekeci

Yolumuz bu kez Trakya istikametine düştü. Günübirlik bir gezinti. Yalıköy’e kadar gideceğiz.İlk dikkatimizi çeken: Yol kenarları kaçak olarak dökülmüş molozlarla, çöplerle dolu. Bunu engellemek için caydırıcı cezalar, sert tedbirler gerekiyor.İkincisi:Sanki bir şantiye sahasına girdik. Verimli tarlaların arasından yükselen yeni ve toplu konutlar. Bu kadar kolay olmamalı. Nüfusu hızla artan bir ülkeyiz. Birinci sınıf tarım arazilerinin korunması şart. Fakat biz hor kullanıyoruz.Üçüncüsü:En tenha

Yolumuz bu kez Trakya istikametine düştü. Günübirlik bir gezinti. Yalıköy’e kadar gideceğiz.

İlk dikkatimizi çeken: Yol kenarları kaçak olarak dökülmüş molozlarla, çöplerle dolu. Bunu engellemek için caydırıcı cezalar, sert tedbirler gerekiyor.
İkincisi:
Sanki bir şantiye sahasına girdik. Verimli tarlaların arasından yükselen yeni ve toplu konutlar. Bu kadar kolay olmamalı. Nüfusu hızla artan bir ülkeyiz. Birinci sınıf tarım arazilerinin korunması şart. Fakat biz hor kullanıyoruz.
Üçüncüsü:
En tenha yerler bile cam parçaları, pet şişeler ve plastik poşetlerle dolu. Adeta piknikçi faciası yaşanıyor. İstanbul’a yakınlık bu tür olumsuzlukları da beraberinde getiriyor. Gezdiğimiz köylerde ve çevrelerinde temizlik seferberliği şart. Hayvancılığın yaygın olduğunu düşünürsek, cam kırıklarının nasıl sonuçlar doğurduğunu anlayabiliriz. Toynağın arasına batıyor ve hayvanı perişan ediyor.

Köyler bütünlüğünü yitirmiş gibi. Dışardan çok nüfus gelmiş ve karma bir yapı oluşmuş.
Toprağa arsa gözüyle bakmak, hassasiyeti ve candan sahiplenmeyi azaltıyor.
Bizim için her yer vatan toprağıdır. Yatırım aracı değildir.

Köylerden geçiyoruz. Ormanlı, Kestanelik, Belgrad, Ahmediye, Karacaköy. Ormanlı köyündeki çeltik tarlaları hasada hazırlanıyor. Vakit hayli azalmış.

ÜZÜNTÜ VERİCİ BİR DURUM
Karacaköy’ün içindeki eski mezarlığı ziyaret ediyoruz. Görüntü anlatılabilecek gibi değil. Tarihi mezarlık tam anlamıyla çöplüğe dönüşmüş. Kırık dökük mezar taşlarını kaldırmaya, üstündeki toprağı temizleyip okumaya çalışıyoruz. 1185 tarihli mezar taşlarına rastlıyoruz. 1770’lere denk geliyor. Çatalca Belediyesi, mezarlığın yıkık giriş kapısının hemen önüne ağızları açık iki tane çöp konteyneri bırakmış. Öfkemiz ve üzüntümüz iyice artıyor. Dua ediyor, fotoğraf çekiyor ve ayrılıyoruz.
Bu mezarlık, bir vebal olarak önümüzde duruyor.
Balkan Harbi’nde Çatalca Savunması’nın yaşandığı yerlerdeyiz. Burada kim bilir ne kadar şehit yatıyordur?

Biraz daha gittikten sonra bir tekel bayii görüyoruz. İsmi ilgimizi çekiyor. Vatandaşın biri, içki sattığı yere “Osmanlı” ismini uygun bulmuş. Evet, manevî seferbelik de şart. Bir yandan da “ruhsatı nasıl aldı” diye düşünüyorum. Anlamadığım bir konu.

ALAİYE ŞEHİTLİĞİ
İşte Dağyenice köyündeyiz. Çatalca Müdaafası sırasında şiddetli çarpışmaların, göğüs göğüse muharebelerinden yaşandığı yerlerden biri. İçli bir hikâye burada bizi bekliyor:
Alaiye Redif Taburu’nun başına gelenler.

Kaynaksız yazmayalım: Yol yorgunu Alaiye Redif Taburu, Dağyenice köyü civarındaki ileri tabyaya konuşlanır. Hava soğuk ve yağışlıdır. Yorgunluk galip gelir. Gece olunca, nöbetçiler dâhil, hepsi uyuyakalır. Bulgarlar, sabaha doğru süngü hücumu yapar ve Alaiye Redif Taburu’nu oluşturan dört bölük askerin üç bölüğünü şehit eder. (17 Kasım 1912) Uykularında şehit olurlar. Şehitlerimizin intikamını almak için karşı saldırı yapılır. İntikam alınır ama saldırıyı gerçekleştiren askerlerimizin yüzde doksanı da şehadet şerbetini içer. (Nevzat Taşdan, Çatalca Müdafaası ve Zaferi, Çatalca Kaymakamlığı, 2015.) Ah intikam.

Buraya ilk kez yıllar önce gelmiş, şehitliği bulmuştum. Garip düşmüş, sahipsiz kalmış, tahammül sınırlarını aşacak şekilde ihmale uğramıştı. Bir mezbeleliğin içindeydi. Bunu yazmıştım.

Çatalca Kaymakamlığı’nın özel gayretleriyle burası temizlendi, çevresi ağaçlandırıldı. Anıt inşa edildi. Artık anma törenleri de düzenleniyor. Aklıma ilk geleni yazayım: Buralar, Halk Partili belediyelere bırakılamayacak kadar mühim beldelerdir.

İKİNCİ DÜNYA
SAVAŞI’NDAN KALANLAR
Çatalca müdafaasının yapıldığı harp sahasının bir kısmını geziyoruz. O günlerden kaldığını tahmin ettiğimiz siperler buluyoruz. Sonrasında Çakmak Hattı’nın koruganlarına, makineli tüfek yuvalarına giriyoruz.
İkinci Dünya Savaşı’nın ülkemize yansımasını bu koruganlar vasıtasıyla görmek mümkün.

El fenerinin yardımıyla ilerliyoruz. Endişe ile merak arasında. Ağır demirin ve kalın betonun baskısını üstümüzde hissediyoruz. Duvarlarda yetmiş seksen sene öncesinden kalma eski yazılar. Sinoplu Mustafa Yıldırım mesela. Muhtemelen askerliğini burada yapmış.

Bu koruganlardan bazılarının seçilip temizlenmesi, düzenlenmesi ve koruma altına alınması gerekiyor. Edirne Savunması’nda kullanılan tabyalar gibi. Şükrü Paşa Tabyası iyi bir örnek olabilir.

Dönüş yolunda, önümüze bir tilki çıkıyor. Belli ki acıkmış ve yiyecek bir şey bulamamış. Arabamıza bir metre kadar yaklaştı ve durdu. Bize bakıyor. Kayıt altına aldık. İyi bir hatıra oldu. Bunu, yaşam alanlarının daralmasına ve besin kaynaklarının azalmasına yoruyoruz. Buralarda avcılık yaygındır. İnşallah bir müddet daha yaşar.

Harun Tan ve Gökhan Ergür’le arife günümüz böyle geçti.

#Trakya
#Yalıköy
#Osmanlı