Ortadoğu’nun hâl-i pürmelali

04:0017/11/2017, Cuma
G: 18/09/2019, Çarşamba
Hatice Karahan

Geçtiğimiz günlerde, UCLA tarafından düzenlenen bir konferansa katılmak için Doha’daydım. Başlığı Enriching the Middle East’s Economic Future (Ortadoğu’nun Ekonomik Geleceğini Zenginleştirmek) olan ve uluslararası düzeyde anlamlı bir katılım gösterilen konferansta, bölgenin “yarını” çeşitli açılardan ele alındı. Hatta bu kapsamda, “Türkiye’nin Ortadoğu’daki rolünü” özel olarak değerlendirdiğimiz bir oturum da düzenlendi.Ortadoğu’nun ekonomik geleceği, açıkçası düşündürücü... Bir kere ekonomik büyüklük

Geçtiğimiz günlerde, UCLA tarafından düzenlenen bir konferansa katılmak için Doha’daydım. Başlığı Enriching the Middle East’s Economic Future (Ortadoğu’nun Ekonomik Geleceğini Zenginleştirmek) olan ve uluslararası düzeyde anlamlı bir katılım gösterilen konferansta, bölgenin “yarını” çeşitli açılardan ele alındı. Hatta bu kapsamda, “Türkiye’nin Ortadoğu’daki rolünü” özel olarak değerlendirdiğimiz bir oturum da düzenlendi.


Ortadoğu’nun ekonomik geleceği, açıkçası düşündürücü... Bir kere ekonomik büyüklük açısından da, kişi başı gelir seviyesi açısından da oldukça karma bir resimden söz ediyoruz. Geçmişten bugüne büyüme performanslarına bakıldığında da, ortada oynak bir gelişim söz konusu. Genç işsizliği ve gelir eşitsizliği başta olmak üzere toplumların temel problemlerini çözebilmek ise, ülkelerin sağlıklı ve istikrarlı bir ekonomik performans göstermesini şart kılıyor. Oysa “genel olarak” bakıldığında, mevcut yapı buna dair sağlam bir zemin sunmuyor, sunamıyor.

Bölgedeki gelir seviyelerinin ayrışmasında olduğu kadar, büyümede görülen oynaklıkta da önemli bir faktör söz konusu, malum: Petrol başta olmak üzere enerji kaynakları… Açıkçası bölgede, Türkiye gibi sektörel çeşitlenmeyi başarmış ülke çok yok. Ortadoğu ve Kuzey Afrika (MENA) kapsamındaki veriler bazında değerlendirecek olursak, bölge ülkelerinin ağırlıklı bir kısmı petrol üreticisi/ihracatçısı konumunda…

Bakınız; MENA’ya ait ticaret verileri de, durumu çok basit bir şekilde onaylıyor: Sadece iki ürün grubu ki -kabaca petrol ve propan diyebiliriz- bölge ihracatının %30’unu oluşturuyor. Hemen ardından öne çıkan figürler de, altın ve elmas… Dolayısıyla üretimde çeşitlenme ve riskleri kırma anlamında bölge ekonomilerine ve özellikle bağımlı olanlara çok iş düşüyor.

Ve aslında Ortadoğu’nun geçmişten beri gözlenen volatil ekonomik performansı da, bu bağımlılığın sebep olduğu tablonun anlamlı bir ispatı niteliğinde... Nitekim uzun dönemli veriler, oynaklığın petrol ihracatçılarında daha bariz biçimde yaşandığına işaret ediyor.

LANETİ KIRMAK

Daha önceleri kaynak lanetine ilişkin yazılar yazmıştım, tekrar etmeyeyim. Lakin MENA için ekonomik gelecek inşa etmek, temelde bir nevi bu bağımlılık lanetini kırmaktan geçiyor.

Doğrusu Ortadoğu ekonomisi, on yıllardır gerçek potansiyelini ortaya koyamıyor ve hep kendinin gerisinden geliyor. Durum adeta bugün de, tarihin tekerrürü şeklinde ilerliyor. Hastalığın reçetesi ise, makroekonomik istikrar eşliğinde yatırım iştahı açıcı reformlar yapmak olarak tanımlanabilir. Hatta son dönemde Suudi Arabistan başta olmak üzere, hastalığın teşhis ve tedavisinin farkındalığına varan ülkelerin vizyon çizme telaşında olduklarına da değinmiştim. Dolayısıyla, cazip kaynakların getirdiği laneti kırmak için birtakım stratejiler sahaya sürülmüş durumda... Bununla birlikte, uygulama kısmında neler olacağı şimdilik soru işareti.

DİĞER LANET

Öte yandan Ortadoğu’nun geleceğini müreffeh kılmak, elbette sadece kaynak lanetini kıran reformlardan geçmeyecek. Zira bunu başarabilmenin temel şartı, bölgenin başına nicedir musallat olmuş bir diğer lanetten, -savaş ve kavgadan- arınmaktan, istikrara kavuşmaktan geçiyor. İş bu noktaya gelince ise, umutlar bir türlü yeşermek bilmiyor.

Ne yazık ki son dönemde izlenen Ortadoğu tablosu, İran ve Suudi Arabistan arasındaki çekişmenin bölgedeki izdüşümlerini giderek güçlendiriyor. Lübnan’da son günlerde yaşanan tuhaflıkta da, Riyad’a fırlatılan mesajda da okunan bu güç kavgası, ABD ve İsrail gibi çoklu etkenlerle şüphesiz tırmanan bir boyut kazanıyor. Yine son dönemin bağlantılı meselelerinden Katar krizi de, halen çözüm ve daha doğrusu niyet bekliyor. Irak huzura kavuşamazken, Suriye ve Yemen hala içler acısı…

Ülkeleri istikrarsızlığa sevk eden bu saldırganlık siyasi şoklara ve iktisadi hırpalanmalara sebep oldukça, Ortadoğu’da güvenli bir ekonomik gelecekten bahsetmek giderek zorlaşıyor. Bir yandan terör ve mülteci krizleriyle boğuşurken didişmenin inatla sürdürüldüğü böylesi bir ortamda, reform ve vizyondan bahsetmek de açıkçası biraz sakil kaçıyor. Oysa yönetimlere, halklarını tatmin etmek suretiyle uzun vadede güç kazandıracak esaslı ajandalar tam burada yatıyor.

Türkiye ise, bölgede yapıcı bir rol alma çabasını sürdürürken ilişkilerinde hassas dengeleri de gözetmeye çalışıyor. Bu haftaki Körfez ziyaretinde Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın da işaret ettiği üzere, yakın coğrafyamızda krizlerin suhulet ve sağduyuyla çözülmesi ve barışın hâkim olması en temel gereksinim.

Kısacası, bölgedeki iki laneti kırmak zorlu olduğu kadar zorunlu da...

Ortadoğu’nun bugünkü hâl-i pürmelalinin yarınki müreffeh hayale evirilmesi, aksi takdirde asla vuku bulamayacak.

#Ortadoğu
#Politika
#Kuzey Afrika