2015 yılının Haziran ayında hiçbir gerekçe gösterilmeden Tel Aviv Ben Gurion Havaalanı’nda alıkonulmuş, saatler süren sorgunun ardından da 10 yıl süreyle İsrail’e giremeyeceğim söylenip, ilk uçakla İstanbul’a gönderilmiştim.
Bu olaydan yaklaşık 3 ay önceyse aynı havalimanına tek başına inmiş…
Bir taksiye binip tek başıma Kudüs’e gitmiş…
Mesci-’i Aksa’da namaz kılmış…
Hazreti Zekeriya’nın mihrabında ona, Hazreti Meryem’e, İmran ailesine, cümle peygamberlere dua etmiş…
Kubbetussahra’nın dış duvarına yaslanıp Miracı tefekkür etmiş…
Aksa’nın zeytin ağaçlarının altında oturmuş… Doğu Kudüs’ü de Batı Kudüs’ü de yürüyerek gezmiş…
El Halil’de çocuklarla çorba içmiş… Beytullahim’de Hıristiyanlarla birlikte göz yaşı dökmüştüm.
“3 aylık arada ne oldu, ne bitti de beni deport ediyorsunuz”
diye sorduğumda İsrailliler cevap vermemişti.
Elimdeki cep telefonundan Kudüs’ten, El Halil’den, Beytullahim’den onlarca fotoğrafı gösterip,
“Dün elimi kolumu sallayarak dolaşıyordum buralarda şimdi ne oldu da beni deport ediyorsunuz”
dediğimde aval aval yüzüme bakmışlardı.
Benim deport edilme sürecim sırasında. Yani daha henüz Ben Gurion Havaalanı’ndaki sorgu ve işlemler devam ederken, binlerce km uzaktan okyanus ötesinden bir
FETÖ’cü alçak, “Hasan Öztürk dünyanın tüm demokratik(!) ülkelerinden deport edileceksin”
diye tiwit atıyordu. (Terör devleti İsrail’i demokratik bir ülke olarak görüyordu alçak!)
İşin şekli anlaşılmaya başlamıştı.
Yine aynı saatlerde o dönem Türkiye’nin Kudüs Büyükelçisi olan ve 15 Temmuz’dan sonra FETÖ’cü olduğu için
KHK ile ihraç edilen Mustafa Sarnıç
’a ne yaptıysam ulaşamamıştım. O da ne hikmetse gözaltında bulunduğum havaalanına gelme zahmetinde bulunmamıştı.
Oysa 3 ay önce geldiğimde Aksa’da yanımda namaz kılmış, Aksa’nın bahçesinde yürürken ilgi göstermişti.
Bütün bu bilgileri üst üste koyduğumda şöyle bir gerçekle karşı karşıyaydım
. FETÖ’cüler ile İsraillilerin ortaklaşa kurdukları kumpas neticesinde 10 yıl süreyle Kudüs’ten Mescid-i Aksa’dan uzaklaştırılmıştım.
Geri dönüşte henüz uçağım İstanbul’a ulaşmamıştı ama ne hikmetse bazı
benimle ilgili
Türkçe tivitler atmıştı, ne “radikal İslamcılığım” kalmıştı, ne sorgu sırasında tir tir titrediğim yalanı.
İSRAİL VE AMERİKA İÇ İÇE PEKİ YA BAŞKA?
Başımdan geçen bu hadiseyi tekrar hatırlatmamın elbet bir sebebi var.
İsrail ile Amerika’nın içi içeliği aşikar.
Amerika’nın Ortadoğu’da giriştiği saldırgan tutumun bir nedeni enerji kaynaklarıysa diğer bir nedeni elbette
. İsrail ile Amerika o kadar iç içe ki hiçbir Başkan İsrail ile gerginliği taşıyamıyor; hatta İsrail’in taleplerine karşı duramıyor. İşte son örnek.
Trump, bir imza şov ile Kudüs’ü İsrail’in başkenti ilan ediverdi.
Yine
FETÖ ile Amerika’nın iç içeliği de aşikar
. Yoksa İstanbul Konsolosluğu’nda çalışan
’un tutuklanmasına misilleme yapmak için vizeleri askıya almaz….
17/25 Aralık yargısal darbe girişiminde aktif rol alan
, iftira ve kurmaca fezlekeleri hazırlayan
i FBI üzerinden Amerika’ya kaçırıp, ona
verip, üstüne bir de
, sonra da
New York’taki tiyatro mahkemede tanık olarak kullanmazdı.
Ve bir aşikarlık daha söz konusu. Mavimarmara İsrail tarafından uluslararası sularda baskına uğradığında
“Otoriteden izin almadılar”
diyen Pensilvanya’daki Feto’nun adamlarından biri de
“Güneydeki sevdiğim ülke”
diyerek
İsrail’i meşrulaştırıyor ve kutsuyordu.
FETÖ ile İsrail arasındaki ilişki de aşikar!
FETÖ’nün başta Amerika olmak üzere dünyanın değişik ülkelerinde sivil toplum kuruluşu kisvesiyle kurduğu ne kadar dernek vakıf, think tank kuruluşu varsa hepsi ne hikmetse ya CİA’nın veya MOSSAD’ın bürolarıyla aynı katta, aynı binada.
FETÖ’nün örgütlenme biçimi ve inanç esasları bile Masonik!
Ve son bir hatırlatma. Türkiye tarihinin en karanlık günleri
28 Şubat döneminde yaşandı. O dönemde İsrail ilk kez Türkiye’nin içine bu denli sızdı.
O tarihlerde
Feto, MGK’da alınan kararları “İçtihat” olarak kabul etmiş ve MGK üyelerinin içtihatları nedeniyle “sevap kazandıklarını” söylemişti.
Bugünden bakınca yakın tarih çok daha net görülüyor.
Anladığım o ki, FETÖ sadece kullanışlı bir aparat. Arkasında Amerika ve İsrail kurmay zekası var. Ne kadar istilacı varsa onlara yaltaklananlar da ta kendileri.
Parayı verenin köpekliğini yapan FETÖ
Ahmet Kekeç haklı olarak sormuş,
“Bu şerefsiz casus değilse, casus kim?”
diye bahsettiği, 17/27 kumpasını kuran, hatta fezlekeleri yazan…
Kumpas çökünce hapse atılan. 17 ay sonra çıktığında “masumum ilgim yoktu” diyen… Ardından Güney Kore üzerinden Amerika’ya uçurulan ve bugün New York’taki tiyatro davada sözüm ona tanıklık eden. Davanın seyrini “Hakan Atilla’nın yargılanması”ndan çıkarıp “Türkiye yargılamasına” dönüştürmek isteyen
satılık FETÖ’cü eski polis Hüseyin Korkmaz!
FBI’ın 50 bin dolara satın aldığı üstüne bir de ev kirasını ödediği FETÖ’cü alçak Hüseyin Korkmaz, Türkiye’de “ilgim yok” dediği kumpasla ilgili Amerika’da “Bizzat ben yaptım” diye anlatıyor.
FETÖ’cüler sadece alçak değil aynı zamanda casus, aynı zamanda satılık!
Parayı kim veriyorsa onun köpeği!
Dava behemehal düşmelidir
Bir çift söz de New York’taki mahkemeye söyleyelim. Zarrab davasıydı, Zarrab’ı itirafçı yaptılar, Hakan Atilla ve Halkbank davasına çevirdiler. Şimdi de parayla satın aldıkları bir FETÖ’cü üzerinden davayı “Türkiye ve Erdoğan davası”na dönüştürmek istiyorlar. Hakan Atilla’nın avukatlarının sesini duyuyor musunuz?
E
ğer Amerika’da hukuk varsa. Adalet varsa… Bu dava behemehal düşürülmelidir..!