Osmanlı’nın 3. sayfa haberlerinden günümüzün 3. sayfalarına...

04:0012/07/2017, Çarşamba
G: 17/09/2019, Salı
Fatma Barbarosoğlu

-I-Nerden nereye gittiğimizi anlamanın en iyi yolu içinde yaşadığımız dönemi bir başka dönem ile mukayese etmektir.Üçüncü sayfa haberlerinin artmasının ve artan haberlerin hırsızlık ve dolandırıcılık haberleri değil de, özellikle eski eşi tarafından öldürülen kadın, tecavüze uğrayan kadın haberleri olmasının üzerinde dikkatle durmamız gerekiyor.Feministlerin “erkek şiddeti” olarak kavramlaştırdıkları durum sadece Türkiye’ye mahsus değil.Türkiye’nin diğer ülkelerden farkı, “erkek şiddeti”nin seçici

-
I-

Nerden nereye gittiğimizi anlamanın en iyi yolu içinde yaşadığımız dönemi bir başka dönem ile mukayese etmektir.


Üçüncü sayfa haberlerinin artmasının ve artan haberlerin hırsızlık ve dolandırıcılık haberleri değil de, özellikle eski eşi tarafından öldürülen kadın, tecavüze uğrayan kadın haberleri olmasının üzerinde dikkatle durmamız gerekiyor.

Feministlerin “erkek şiddeti” olarak kavramlaştırdıkları durum sadece Türkiye’ye mahsus değil.

Türkiye’nin diğer ülkelerden farkı, “erkek şiddeti”nin seçici algı olarak haber bültenlerinde, internet sitelerinde daha çok yer tutuyor olması.

Haberlerden ne kadar ve nasıl haberdar olacağız sorunu ciddi bir sorun.

Türkiye olarak kentleşme kültürünü tamamlayamadan internet çağına girdik ve toplumsal olarak hiçbir yaptırımın olmadığı bir dönemin sıkıntılarına; taciz, tecavüz, cinnet haberleri üzerinden tanık oluyoruz.

Daha düne kadar Türkiye yoğun köylü nüfusa sahipti.

Fakat ne acıdır ki köyün değişen anlam ve önemi üzerine sosyolojik okumalarımız bir hayli eksik.

Ünlü Marksist tarihçi Eric Hobsbawm (1917-2012), Kısa 20. Yüzyıl 1914-1941: Aşırılıklar Çağı adlı kitabında, toplumsal devrim olarak adlandırdığı 1945-1990 bölümünde ülkelerin köylü nüfustan kentli nüfusa geçme dönemini analiz ederken; Avrupa ülkelerinde köylülüğün azalmasına dikkat çekerek, Türkiye ile ilgili olarak şunları söylüyor: “ Ortadoğu ve Avrupa yöresinde sadece bir köylü kalesi kaldı: Türkiye. Burada köylülük zayıfladı, ancak 1980’lerin ortasında hala mutlak bir çoğunluk olmaya devam ediyordu.” (s. 393)

Toprağı bol olasıca Hobsbawm’un satırlarını alıntılama sebebim şu: Artık Türkiye “köylülüğün kalesi” değil. Köylü nüfus hızla azalıyor; kentler ne köylü ne de kentli olmayan bir kitle ile doluyor. Kent merkezlerinin 1990 sonrası aldığı göçün önemli bir kısmını terörden kaçanlar, savaştan kaçanlar oluşturuyor. Kente yeni göçmüş insanların doğal intibak ortamına kavuşmaları giderek zorlaşıyor.

-II-

Basının faaliyetleri bilindiği gibi ilk defa 19. yüzyılda başladı topraklarımızda.

Elimde İletişim Yayınları’ndan çıkmış bir kitap var: Osmanlı İstanbul’unda Asayiş 1879- 1909. Yazarı Noemi Levy-Aksu.

Kitapta, Osmanlı Devleti’nin 3. sayfa haberlerine mesafesi, asayiş ilgili haberlere dair çarpıcı bilgi ve yorumlar var.

Bazı konular adeta hiçbir şeyin değişmediğini gösteriyor. Mesela bir kaç ay önce İstanbul’un bazı bölgelerinde bekçi uygulamasına geçildi. Kamuoyunda konu pek tartışılmadı. Oysa Osmanlı basını meseleyi çok da yerinde bir noktadan tartışma konusu yapmış.

19. yüzyıl şehirlerinin değişimi üzerine Levy-Aksu’nun kitabına yazdığı takdim yazısında François Georgeon şöyle diyor: “Paris ve Londra, sınıfsal anlamda artan bir farklılaşmayla mücadele ederken, İstanbul, nüfusunun dinsel, kültürel, dilsel ve etnik anlamda aşırı çeşitliliğiyle öne çıkar.”

Yukarıdaki satırlar sadece 19. yüzyılı değil günümüzü de içine alıyor. Ne ki Paris ve Londra da bugün sadece sınıfsal farklılaşmanın olumsuz etkilerine muhatap değil. Özellikle Fransa ırkçı söylemin güçlenmesi problemi ile karşı karşıya.

Tıpkı günümüzde olduğu gibi 19. yüzyılda da asayiş ciddi bir sorun:

“Asayiş devlet alanını aşan bir olgudur. 19. yüzyılın son çeyreğinden itibaren Osmanlı gazeteci ve edebiyatçıları da imparatorlukta asayiş ve asayişsizlik sorunu hakkında düşünmeye başlamıştır.”

Fakat aydınların asayiş üzerine düşünmeleri ile yönetimin düşünmesi arasında bir paralellik olduğunu söylemek ne kadar mümkün? Levy-Aksu’nun yorumuna inanmak gerekirse pek mümkün değil: “...Asayişsizlik ve suçların birer kamu sorunu haline gelmesinde yapılan haberlerin katkısının olduğu aşikardır. II. Abdülhamit devrinin otoriter devleti, bu eğilime karşı pek de mücadele etmiş gibi gözükmemektedir. Aksine 1873 yılından itibaren Ceride-i Mehakim gazetesinin (1901’den sonra Ceride-i Mehakim-i Adliye adını alan mahkeme gazeteleri) yayınlanmaya başlaması, devletin adli meselelerden halkı haberdar etme isteğine işaret etmektedir.” (a.g.e. s. 154)

Soru şu: II. Abdülhamit dönemi mahkeme gazeteleri ile günümüzün “ekran mahkemeleri”ni aynı kategoride değerlendirmek mümkün mü?

19. yüzyılın 3. sayfa haberlerinin ağırlığını hırsızlık vakaları ve sarhoşların etrafa verdiği rahatsızlık teşkil ediyor; şehrin her yanı eşit şekilde aydınlatılmadığı için karanlığın “tekinsiz kimlik”ler için kolaylık sunmasından hareketle gece, suçların arttığı bir zaman dilimi olarak öne çıkıyor.

19. yüzyılın yarı karanlık sokaklarının tekinsizliği bu gün yerini internet sitelerinin tekinsiz ortamlarına bırakmış görünüyor.

İnternet ortamının “tekinsiz siteleri” ile mücadele etmek yerine, maalesef ekranların raiting uğruna tekinsizleştirilmesi ile karşı karşıya bulunuyoruz.

3. sayfa haberleri, haberlerin satır arası etkileri ve haberlerin “ekran mahkemesi”nde tartışılması süreci, ilmek ilmek linç kültürünü inşa ediyor.

#Osmanlı
#3. sayfa haberleri
#Basın