Kapıyı çalan / kapıyı açan/kapıya dayanan kimdir?

04:0025/10/2017, Çarşamba
G: 18/09/2019, Çarşamba
Fatma Barbarosoğlu

I-Sosyal bilim öğrencilerine roman okumalarını söylüyorum her vesile ile. Fakat gençler okullarda verilen roman ödevleri yüzünden romandan o kadar nefret etmiş oluyorlar ki, neden roman okumaları gerektiğine onları ikna etmemi bekliyorlar.Geçen gün bir romandan sadece bir cümle okudum, latif bir İstanbul günü yavaş yavaş inerken şehrin üstüne.Sudanlı bir mültecinin hikayesinin anlatıldığı Ne Nedir romanından bir sayfa.“Mary’ye Amerika’da kapı çalındığında kim bakar, diye sordum.“Nasıl yani?”“Kadın

I-

Sosyal bilim öğrencilerine roman okumalarını söylüyorum her vesile ile. Fakat gençler okullarda verilen roman ödevleri yüzünden romandan o kadar nefret etmiş oluyorlar ki, neden roman okumaları gerektiğine onları ikna etmemi bekliyorlar.


Geçen gün bir romandan sadece bir cümle okudum, latif bir İstanbul günü yavaş yavaş inerken şehrin üstüne.

Sudanlı bir mültecinin hikayesinin anlatıldığı Ne Nedir romanından bir sayfa.

“Mary’ye Amerika’da kapı çalındığında kim bakar, diye sordum.

“Nasıl yani?”

“Kadın mı bakar, erkek mi?” dedim.

Dudak bükerek, “erkek” dedi. Erkek koruyucudur, değil mi? Tabii erkek bakar kapıya. Neden sordun?”

“Sudan’da” dedim, “erkek bakamaz. Kapıya daima kadın bakar çünkü kapı çaldı mı biri adamı almaya geldi demektir.” (s. 18)

Romandan hareketle, tivıtır hesabımdan “zil çalınca kapıyı kim açıyor?” diye sordum. Eksik olmasın takipçilerim cevap verdi. Tahmin edeceğiniz gibi cevaplar çeşitliydi. Her cevapta ailenin öncelikleri ve tedbiri de aşikar oluyordu. Bazıları evin en küçük çocuğu diye cevap verirken bazıları evin küçüğü hariç herkes diye cevap verdi.

Gündüz anne, gece baba diyenler olduğu gibi gelen erkekse ben, hanımsa eşim diyenler de oldu.

Nazım Hikmet’in Kız çocuğu şiirini bilirsiniz: Kapıları çalan benim/kapıları birer birer/Gözünüze görünemem/Göze görünmez ölüler/Hiroşima’da öleli/Oluyor bir on yıl kadar/Yedi yaşında bir kızım/Büyümez ölü çocuklar

Ben bu şiiri sadece bu kadar okuyabiliyorum. Gerisi sel, gerisi kıyamet...

II-

15. İstanbul Bienali devam ediyor. İKSV’den Zeynep Topaloğlu sayesinde bienalin bazı sergilerini rehber eşliğinde gezme imkanı bulduk. Şunu çok net olarak anladım ki, rehber eşliğinde gezme imkanı yoksa, eserlerin ruhuna vakıf olmak pek mümkün değil. Nitekim bize rehberlik eden, Galatasaray Üniversitesi’nde Fransız Edebiyatı okuyan Tuğba idi ki çok zevk alarak enerjik bir dil ile eserlere yaklaşma sürecimize mihmandarlık etti.

Pera Müzesi’ndeki eserler arasında bendenizi en çok etkileyen iş, Afro-Amerikan sanatçı Fred Wilson’ın eserleri oldu. Geçtiğimiz yazdan zihnimde bir kod olarak açılmış olan “görme biçimleri” sergisinin izleri, Wilson’ın eserleri ile birleşerek zenginleşmeye devam etti. Fred Wilson’ın eserlerinde fikir, bakış, his ve zanaat iç içe. Her eserindeki eleştirel doz, eleştirisini müthiş bir sanatsal incelikle dile getirmesi, bendenizi çok etkiledi. Mesela İznik çinilerini -ki biliyorsunuz beyaz zemin üzerine mavidir İznik çinileri- kahverengi zemin üzerine yeşil ile çalışmış. Bu çalışma “Afrika temsili” olarak çok etkileyici. Meşhur tablolarda özne olarak yer almayan “siyahi”leri özne olarak çalışması da çok anlamlı idi Wilson’ın.

Sergiler önemli. Sergiler ile romanlar arasında bağlantı kurmayı seviyorum. Mesela Stüdyo X’de sergilenen Avusturyalı sanatçı, mimar-yönetmen Liam Young’ın “Yeni Aşk”ı sorguladığı, “Aşk Kazanacak mı” sergisindeki üç kısa filmi seyrederken bir taraftan dronların gözetlediği dünyada nasıl yaşayacağız sorusunu merkeze aldım diğer taraftan Orhan Pamuk’un “Benim Adım Kırmızı”daki nakkaşların batılı ressamlarla kendilerini mukayese ettikleri satırlara gittim.

Her iyi sanat bize yeni sorular armağan eder. Hayatın anlamı sorduğumuz sorular üzerinden mayalanıp kabarır.

III-

Ekim ayının son haftasını Kuzguncuk’taki Abdülmecid Köşkü’ne, “Kapı Çalana Açılır” sergisine ayırmıştım...

Abdülmecid Efendi Köşkü, Koç Topluluğu tarafından restore ettirilmiş bir köşk. 2007-2026 yılına kadar İstanbul Bianali’nin sponsoru da Koç Holding. Bunları niye yazma ihtiyacı hissetim?

Sosyal medyada başlayan “yanlış eylem” fiiliyata döküldü, serginin Osmanlı ruhuna uygun olmadığını düşünen bir grup genç, Abdülmecid Efendi Köşkü’nün kapısını çalmak yerine kapıya dayandı.

Şömineyi minber, Son Halife Abdülmecid Efendi’yi dini bütün bir padişah zannıyla korumaya alıp köşke “kutsal mekan” muamelesi yapmak...

Ne oldu?

Bu vesile ile Son Halife Abdülmecid Efendi’nin “Avluda Çıplak Kadınlar” tablosundan daha çok kişi haberdar oldu.

“Kapı Çalana Açılır”dı, lakin kapıya dayanan, ne görmüş ve dahi neyi göstermiş oldu bu eylemi ile?

Lütfen bu soruyu ciddiye alalım.

Ve dahi çocuklarımızı tarih, coğrafya ve sanat ile sahih bilgiler eşliğinde buluşturalım. Değerlerimiz değerlidir söylemi olmuyor. OLMUYOR!!!

#Nazım Hikmet
#Abdülmecid Efendi Köşkü