Caminin içinde güneş gözlükleri ile oturan kadın...

04:0013/09/2017, Çarşamba
G: 17/09/2019, Salı
Fatma Barbarosoğlu

Caminin kadınlar kısmında mevlidin bitmesini bekliyorduk. Gülsuyu dağıtmak için sabırsızlanan küçük kız, pilav ayran servisi yapmak için hazır olda duran bir kaç akraba, ikramı yiyip gidecek olan yaşlı kadınlar... Beklemenin paydasında eşitlenmiş, her bir dakikanın ömrün bütün ağırlığını taşıyan yükü altında nefes almaya çalışıyorduk. Ki bütün cenaze merasimleri, taziyeler, mevlitler beni nefessiz bırakır.Ölenle ölünmüyor tekrarları.Allah hanımına sabır versin duaları.Mahinur Hanım, bundan sonra

Caminin kadınlar kısmında mevlidin bitmesini bekliyorduk. Gülsuyu dağıtmak için sabırsızlanan küçük kız, pilav ayran servisi yapmak için hazır olda duran bir kaç akraba, ikramı yiyip gidecek olan yaşlı kadınlar... Beklemenin paydasında eşitlenmiş, her bir dakikanın ömrün bütün ağırlığını taşıyan yükü altında nefes almaya çalışıyorduk. Ki bütün cenaze merasimleri, taziyeler, mevlitler beni nefessiz bırakır.


Ölenle ölünmüyor tekrarları.

Allah hanımına sabır versin duaları.

Mahinur Hanım, bundan sonra ne yapar evi kapatır mı merakları.

Mahinur Hanım, evi kapatmayı düşünüyorsa derhal oğlu, kızı için kiralamayı düşünenler...

Burası Bulgaristan göçmenlerinin yoğun olduğu bir mahalleydi eskiden. Hala öyle olmalı. Yaşlı kadınların çatal şalvarları, şalvarlarının üzerine giydikleri iş önlüğüne benzeyen kıyafetlere bakınca, Bulgaristan göçmenlerinin hala yoğunlukta olduğunu tahmin etmek zor değil.

Bütün Balkan coğrafyası kendisi olarak dururdu bu mahallede.

Barbaros Hayrettin mahallesi Balkan coğrafyasının minyatürü gibiydi 20 yıl önce. Bulgaristan göçmenleri 1980’den sonra hızla artmıştı ama 80 öncesi mahalleye rengini veren Boşnaklardı. Özellikle Üsküp göçmeni üç sülalenin kızlarının güzelliği, hamaratlığı, güler yüzü dillere destandı.

“Köpük helva” gibi lekesiz Üsküplü güzellerin, kimisi hafta içi sancak-tül fabrikasında çalışır kimisi de çeyizci dükkanında tezgahtarlık ederdi. Ama evlerine gelir gelmez altı metre kumaştan diktikleri emprime şalvarlarını ayaklarına geçirir, başlarına döküm döküm oyalı tülbentlerini takarlardı.

Boşnak kızları bekarken çeyiz parası biriktirir, evlenince evinin kadını olurdu.

Bütün gün yorgan yastık dışarda. Her bir ev temizliğin başkenti olmaya aday dip bucak durmadan temizlenirdi. Boşnak demek beyaza meftun demektir. Bembeyaz kadınlar daha da beyaz olmak uğruna neler neler sürerdi yüzlerine.

Bulgaristan göçmenleri, yaşlılar hariç evli bekar fark etmeden çalışırdı.

Mahinur Hanım, yani yengem üzüntünün yüzünün bütün renklerini soldurduğu şeffaflaşmış, saydam bir yüz ile oturuyor. Yine de o haline rağmen caminin kadınlar kısmında geleni gideni ağırlamaya gayret ediyor. Hal hatır soruyor, gönül alıyor. “Dur yenge diyorum Çerkez gelini sıfatın hele biraz beklesin.”

Bekleyemiyor. Hayatı, başkalarına ikram etmek üzere omuzuna bir yük gibi kondurmuş bu kadına bu yaşadığı acı fazla değil mi Allah’ım diyecek oluyorum.Diyemiyorum.

Mahinur Hanım, eşini ve kardeşini aynı gün trafik kazasında kaybeden kendisi değilmiş de, eşini ve kardeşini aynı gün kaybeden komşusuna teselli vermeye niyet etmiş halden anlar bir kadın gibi, kelimeleri arka arkaya sıralıyor.

“Ölüm de teselli insana” diyor.

Bu ölümden nasıl bir teselli buldun Mahinur Hanım. “Çok şükür toprağın koynuna büsbütün yerleştirdik.”

Dinleyenler bir şey anlıyor mu? Her şeyi tertip düzen üzerinden anlatan ev kadınının, ölümü de tertip üzerinden anlatmasına hiç şaşırmadan dinleyişlerini neye yormalı, nasıl yormalı?

Nasıl öldüklerini hiç soramadım. Haklarında çıkmış haberleri okuyamadım.

Türkiye ile tek bağım olan Face sayfasına bakmasaydım, Deniz aşırı memleketlerde, üzmeyelim şimdi kızı, düzenini bozmayalım diye Mahinur yengem dayımın ölümünü hiç haber vermezdi herhalde. Kızın düzeni... Ben ve düzen kağıt üzerinde bile yan yana gelemiyor artık.

Hayatı bir düzen olarak, kendi üzerine aldığı fedakarlıklar üzerinden herkese ikram etmeye çalışan Mahinur Hanım’a, yengeme, düzensizliğimi anlatamam. O beni oralarda varsın bir düzen üzere düşünsün.

Mevlithanın sesi her birimizi kendi uçurumunun kıyısına bırakıyor. Her birimiz bir adım ileri gitmek ile bir adım geri çekilmek arasında salınmaya devam ediyoruz. İçimizdeki salınmaya, dışımızdaki salınma eşlik ediyor. Halının desenlerine onlarca göz demir atıyor, onlarca göz başkalarının dinleyişinden yakalayacağı iz için başını bir anlığına halıdan kaldırıp sonra tekrar halının desenlerine dönüyor. Halının desenine odaklanmak “burada” olmaya dayanak gibi. Çünkü şimdi hiçbirimizin ruhu esasında “burada”, camide değil.

Nihayet Mevlit bitiyor. Hoca efendi acının rengine bulanmış bir ses ile dua ediyor. Bilmeyen kendi oğullarının mevlidine dua ediyor sanır.

Bilmeyen biri… O “biri” benmişim meğer. “Oğlunun Türk bayrağına sarılı tabutu geleli daha on gün olmadı” dedi elini acelece yüzüne süren genç kızlardan biri.

“Yıkayacak pek de bir şey bulamamış” diyor mavi iş önlüğü giymiş çatal şalvarlı yaşlı kadın.

O an Mahinur yengemin kendini teslim ettiği, kendini teskin ettiği cümleyi tekrarlıyorum: Toprağın koynuna büsbütün yerleştirdik.

O vakte kadar onca ölüm, kaza haberi aldığım halde cenazesi bütün olanlar olmayanlar diye bir ayırımın hiç aklıma gelmediğini şaşırarak fark ediyorum.

Gül suyu döken kız, caminin bir ucundan öteki ucuna koşar adım giderken; kadınlar, saflarını terk edip daire konumunu alıveriyor. Küçük kızın işi şimdi daha kolay. Yakın akrabalar, komşular bir yarışmadaymışçasına pilav üstü tavuk ve ayran dağıtıyor.

Mahinur yenge tek tek bakıyor herkese. “Herkes aldı mı? Beğendiniz mi?”

Yapma yenge bu bir davet yemeği değil.

Benim böyle düşündüğümü fark etse derhal cevap verir. “Elbette davet yemeği” der. “Biz davet ettik. Buyurun camide mevlidimiz var dedik. Davet ettik eksik olmasın eşimiz dostumuz davete icabet etti.”

Mahinur hanım için bu dünyadaki herkes, onun baş köşeye oturtmasını bekleyen bir misafir. Evinde ya da camide fark etmiyor.

Rahmetli dayım, “Mahinur’in mükrimliği yüzünden az kalsın nikahımız yarım kalacaktı diye” anlatır anlatır gülerdi.

Dayım sosyal çevresi geniş bir adamdı. Dostlarından kolayına vazgeçmezdi. Demek gençliğinde de öyleymiş ki Bakırköy nikah salonu hınca hınç dolmuş. O kalabalıkta Mahinur yengem kapı komşuları Bigalı Hacı ninenin ayakta kaldığını görmüş. Tam nikah memuru evlenmeyi kabul ediyor musunuz diyeceği sıra Mahinur Yenge ayağa kalkıp “Gel hacı nine böyle otur” diyerek sandalyesinden ayağa kalkıvermiş. Bütün salon kahkaha fırtınasına tutulmuş tabii.

Gözünde güneş gözlükleri ile bir kadın geliyor Mahinur Yengenin yanına.

Beni bir tanıyan olur mu korkusuyla ürkek ürkek bakıyor sağına soluna. “Cenazeye gelemedim abla” diyor. “Korktum. Ya o da gelirse diye korktum.”

Kim neyden korkuyor. Kim bu kadın?

“Keşke buraya da gelmeseydin!” diyor Mahinur Yenge. “Telefon ettin ya kızım. Gönüller bir olsun.”

“Gelmem lazımdı sana bir sarılmam lazımdı” diye cevap veriyor caminin içinde güneş gözlükleri ile oturan, elindeki tavuk üstü pilavı yemeğe çalışan kadın.

Devamını sizden bekliyorum...

Meraklısı için not:
“Cennetlik Arkadaşımız İçin Plaket Töreni” öyküsü ile başlayan projemiz devam ediyor. Hikayenin devamını yazmak isterseniz
adresine gönderebilirsiniz. Öyküleri, burada yayınlanmayan sonları ile birlikte inşallah “Mutluluk Onay Belgesi” adlı kitabımda yayınlayacağım. Sizin gönderdiğiniz öykü sonlarını da kitabın ikinci bölümünde “ Bir öykünün kaç çeşit sonu olur?” bölümünde yayınlayacağım inşallah.

Öykünün devamını getirmek isterseniz lütfen adınızı, yaşınızı, mesleğinizi ve memleketinizi yazmayı unutmayın.

#bulgaristan
#Boşnak
#Mahinur