İster Müslümanların gerileme sebepleri diyelim, ister tarihi hatalarımız diyelim, bunların iyi tespit edilip tekrar bu hatalara düşülmemesinin yolları aranmalıdır. Hatta sırf bu amaçla enstitüler, araştırma vakıfları, düşünce kuruluşları kurmaya değer.
Daha önce yazdığım dokuz makalede gerileme sebeplerimizin bir kısmını kendimce ifade ettim. Onlara ilave edecek çok şey var.
Müslümanca varoluş düşünmeye ve anlamaya bağlıdır. Daha önce Kuranıkerim’de düşünme konusunda ondan fazla kavramın olmasının anlamlı olduğunu söylemiştim. Tefekkür, tefakkuh, tedebbür, tezekkür, iddikâr, teemmül, nazar, istinbat, zikir, teakkul, dirase bunların önemli olanları. Bilindiği gibi Kuranıkerim’de aynı konuda birden fazla kavramın bulunması, o konunun pek çok boyutunun olduğuna işaret eder. Demek ki, düşünme ve anlama öyle yalınkat bir mesele değildir, derinlikli ve önemli bir meseledir.
Resulüllah döneminde vahiy, sahabe döneminde istişareye dayalı yönetim, tabiin döneminde içtihat/tefakkuh bu görevi ifa ediyordu. Fıkhın tefakkuh boyutu aslında İslam düşüncesinin esasını oluşturur ve hayatı bir bütün olarak anlamayı öngörür. Büyük müçtehitler döneminde bu hep böyle oldu. Ama bilahare, baskıcı yönetimlerin de engellemesiyle din işleri dünya işlerinden, Kuranıkerim’i okuyup anlama, kâinatı okuyup anlamadan koparıldı ve âdeta laikliği ilk önce Müslümanlar kurmuş oldu.
Derken İslam dünyası doğudan batıdan varlık düşüncesini merkeze alan felsefi hücumlara maruz kaldı. Düşüncenin gücünden ötürü bu o kadar çabuk yayıldı ki, oluşan bu laiklik sebebiyle verdiğimiz bu kavramlar işletilip yabancı düşüncelere karşı koyulamadı. Yunan felsefesi biraz müslümanlaştırılarak alındı. ‘Hikmet müminin yitiğidir, onu nerede bulursa alır’ düşüncesiyle bunda bir sakınca da görülmedi. Bu sebeple ilk İslam filozofu Kindî daha İslam merkezli, naslara daha bağlı ve neredeyse bir kelamcı gibi düşünürken, bu özellik sonrakilerde gittikçe nasların yerine aklın hâkimiyetine doğru kaydı. Onlar da bu laikliği naslar aleyhine tersinden oluşturdular. Hikmetin sadece akılla bulunabileceği zannedildi. Oysa hikmetin kaynağı vahiydir. Vahyi merkeze alan bir düşünce hikmeti, aklı merkeze alan bir düşünce ise felsefeyi sonuç verir.
Gazali Vahiy merkezli tefekkürü öne çıkararak, yeter artık demeseydi bu makas gittikçe açılacaktı. Ondan sonra gelen İbn Rüşd’ün de diğerlerine göre daha İslamcı olması Gazali’nin etkisiyledir. Bilindiği gibi İbn Rüşt aynı zamanda bir fakihtir. Hatta fakih oğlu fakihtir. Çünkü dedesi İbn Rüşt de fakihti. İslam fıkhında mezhepler arası mukayeseli/mukaren fıkhın en güzel örneği bu torun filozof İbn Rüşt’ün Bidayetü’l-müctehid adlı eseridir. Belki tarafsız düşüncenin ona sağladığı bu özellikle o, Malikî olmasına rağmen mezhepleri mukayese ederken bir Malikî gibi değil, bir fakih gibi davranabilmiştir. Yani olaya bir avukat olarak değil, tarafsız bir hâkim olarak bakabilmiştir. Oysa bu konuda yazan fakihlerin, bildiğim kadarıyla hepsi sonuçta kendi mezhebini haklı çıkaran bir meyil içinde, bir avukat gibi davranmışlardır.
Felsefe konusu benim alanım değil, bu konularda nihai sözü elbette ben söyleyemem ama bu durum düşündüklerimi dillendirmeme de mani görülmemelidir. Benim de felsefesiz olmayacağını anlayacak kadar felsefe okumuşluğum var. Ama felsefe İslam’ı anlamak için değil, düşünceyi tahrik etmek, açıkları bulup kapamak için gereklidir diye düşünüyorum. Problem, yemeğin bileşenlerini hazırlayanların ölçüyü kaçırmasından ileri geliyor. Tuzcu, onu hep tuzla dolduralım diyor. Birileri felsefe ile İslam kurmaya çalışıyorlar.
Bizim felsefe ile meşgul olanlarımız Gazali’yi felsefeye darbe vurarak düşünceyi öldürdü diye eleştirirler. Müslümanlar için daha makbul bir düşünce ortaya koymakla felsefe zarar görmüşse bunda Gazali’nin suçu nedir? Aslında onun yaptığı da felsefedir, o zaman Gazali’yi izleyenlerin ‘bizim felsefemiz sizin felsefenizi döver’ deme hakları olamaz mı? Benim anladığım, Gazali’nin yaptığı şey nasların belirlediği akideyi merkeze alarak düşünmekten ibarettir. Yoksa o kimseye düşünmeyin demedi, düşünün ama Müslüman olarak düşünecekseniz, yani Müslüman kalmanız, akli ürünler vermenizden daha önemli ise, akidenizi sadece aklınızla değil, naslara bağlı aklınızla belirlemelisiniz. O halde önce onu sağlama bağlayıp o çerçevede düşünmelisiniz demek istedi.
Bu sebeple İslam dünyasında felsefe öldü, gerileme başladı ön yargısının doğru olmadığını düşünüyorum. Bunun yerine başka sebeplerden ötürü tefekkür geriledi diyebilirsiniz. Felsefeyi de tefekkürü sağlamanın bir aracı olarak görebilirsiniz, bu makuldür. Burada felsefecilerimizi kızdırma bahasına şöyle bir soru sormak istiyorum. Tarihte Müslümanların ilerlemesini sağlamada felasifenin hangi somut katkıları olmuştur? Düşünülmeye değmez mi?
BIST isim ve logosu "Koruma Marka Belgesi" altında korunmakta olup izinsiz kullanılamaz, iktibas edilemez, değiştirilemez. BIST ismi altında açıklanan tüm bilgilerin telif hakları tamamen BIST'e ait olup, tekrar yayınlanamaz. Piyasa verileri iDealdata Finansal Teknolojiler A.Ş. tarafından sağlanmaktadır. BİST hisse verileri 15 dakika gecikmelidir.