Kavramların savaşı ya da kavramlarla savaş

04:0017/12/2017, Pazar
G: 18/09/2019, Çarşamba
Faruk Beşer

İlahiyatçılar olarak bizlerin kullandığımız din dili konusunda hatalarımızın bulunduğundan söz ettiğimiz bir önceki yazımız ençok olumlu tepki alan yazılarımızdan oldu. Demek ki ortak bir özlem var, bir ihtiyaç var. Konunun uzmanı olmadığımı biliyorum ama yazıdan böyle bir geri dönüş olunca bu konuda aldığım diğer notlarımı da paylaşmak istedim.Bilindiği gibi kelimeler, tek tek şeylerin adıdır ve iletişim denen hadisenin, hatta bir adım daha ileri giderek tefekkür binasının tuğlaları gibidirler.

İlahiyatçılar olarak bizlerin kullandığımız din dili konusunda hatalarımızın bulunduğundan söz ettiğimiz bir önceki yazımız ençok olumlu tepki alan yazılarımızdan oldu. Demek ki ortak bir özlem var, bir ihtiyaç var. Konunun uzmanı olmadığımı biliyorum ama yazıdan böyle bir geri dönüş olunca bu konuda aldığım diğer notlarımı da paylaşmak istedim.


Bilindiği gibi kelimeler, tek tek şeylerin adıdır ve iletişim denen hadisenin, hatta bir adım daha ileri giderek tefekkür binasının tuğlaları gibidirler. Kuracağınız binanın mükemmelliği bu tuğlaların sağlamlığına ve birbirleriyle uyumlu ilişkisine bağlıdır.

Şeylere ad olan kelimeler soyut ve ancak birden çok kelimeyle anlatılabilecek bir mana yumağına ad olursa kavram, ya da ıstılah olurlar. Kavramlar da birbirleriyle uyumlu olarak daha büyük bir mana bütünü oluştururlarsa ona da
mefhum
denir. Sanırım mefhum kelimesi şu andaki Türkçe'de henüz bu anlamda yaygın bir kelime değil. Bunun yerine ithal bir kavram olan
konsept
kullanılıyor.
Terim
ise daha özel ve daha dar çerçevedeki kavramlardır.
Kavramlara düşünceyi oluşturan blok tuğlalar gibi de bakabiliriz. Onlar tefekkür binasını hem kurarlar, hem de benzer kavramlarla eylem birliği yaparak geliştirip sürdürürler. Kavramlar mevsimlik oluşturulan ve çabuk kaybolup giden kelimeler olmadıkları için düşüncenin çabucak geçip giden bir hissediş olmasını da önlerler. Kavramlar her kullanıldıklarında doğdukları günden itibaren onlarla yaşanan tarihi ve kültürü de hatırlatır ve gündeme getirirler. Yani kavramlar aynı zamanda bir kültür ve düşünce tarihi aracı ve taşıyıcısıdırlar. İslam adına söyleyecek olursak, Resulüllah zamanında oluşan bir dinî kavramı nevzuhur bir kelime ile değiştirdiğinizde ondan o zaman ve size kadar gelen tarihi süreç içerisinde anlaşılan anlam ve duygular artık kaybolur ve siz onu o ilk muhataplar gibi düşünüp hissedemezsiniz. Bu durum dinin anlaşılmasını da zorlaştırır, hatta imkânsız kılar.
İman, küfür, nifak
gibi kavramları buna örnek verebiliriz. İnanç, onur, ritüel ya da âyin derseniz imanınızdan, şerefinizden ve ibadetinizden olabilirsiniz. Kulluk bilinci derken takvanızı kaybedebilirsiniz. Şu anda Başakşehir’deyim ve karşımdaki ilan tahtalarında, ‘Sema ayini gösterileri’nin reklamları var. Hangi dinden söz edildiğini anlayabildiniz mı?

Kuranıkerim’de İslam’ın kurucu kavramları diyebileceğimiz yüz elli kadar kavram vardır ki, bunlar İslam ümmetinin ortak dili haline gelmiş ve her Müslüman kavmin kendi kelimesi olmuşlardır. Bunlar artık sadece Arapça değildir, tabir caiz ise İslamca ve ümmetçedirler. Müslüman olduğunu söylediği halde bunları kullanmaktan imtina etmek bir nevi ırkçılık belirtisi sayılabilir. Bunu şundan da anlıyoruz ki, bugün laik Araplar bile İslam’ın, aslında Arapça olan, bu evrensel ümmetçe kavramlarını kullanmak istemezler ve onları yeni ürettikleri seküler, yani dinî referansı olmayan kelimelerle değiştirmeye özen gösterirler. Modern Arapça'da bu durum İslamcılar'la (İslamiyyûn) laikler (İlmaniyyûn) arasında müthiş bir savaş alanıdır. Tıpkı bizde de ‘bayramınız mübarek olsun’ yerine, ‘iyi bayramlar’ denmesi gibi. Ya da her ikisi de Arapça olmakla beraber ‘selamun aleyküm’ yerine ‘merhaba’ denmesi gibi. Çünkü bunların her ikisi de Arapça olsa bile birincinin referansı artık İslam’dır, ümmettir. O artık sadece Arapça'nın değil, bütünüyle İslam ümmetinin ortak parolasıdır. Selam yerine ‘merhaba’ demekte ısrar eden bir Türk, kafasında iki millet düşünüyor gibidir; Türklük ve ümmeti. Selam yerine, diyoruz çünkü merhabanın da yeri vardır ve onu da yerinde kullanmak anlamlıdır. Meclise giren birisi önce selam verir, yani oradakilerden biri olduğunu hissettirmiş, onlara Allah’ın Selam ismiyle selamet duasında bulunmuş, onlara kendisinden bir zarar gelmeyeceğini simgelemiş olur. Onlar da onu, ‘merhaba’ diye ağırlarlar. Yani sen bize bir yabancı değilsin, rahat ol, geniş ol demiş olurlar. Bu da anlamlıdır, ama diğerinin yerini tutmaz.

Kavimler de, ırklar da tabii ki bir gerçekliktir, Allah’ın birer ayetidirler. Ancak Türk, Kürt ya da Arap olmak doğuştan bir üstünlük vesilesi değildir, aksine kaynaşma tanışma ve daha üst bir gerçekliği kendi aklı ve iradesiyle kabullenme ve asıl olan manevi kardeşliği kavramanın olmazsa olmaz aracıdır. Kaldı ki, bu durum zaten bizim elimizde de değildir.

Bugünlük bu konuyu Ekrem Erdem’in ‘Bizimki Türkçe Sevdası’ adlı kitabından bir alıntı ile bitirelim, sonra devam ederiz.

‘Bir ülkeyi idare etmeye çağrılsaydınız ilk iş olarak ne yapardınız?’ diye sorulduğunda, Konfüçyüs şöyle cevap vermiş: ‘İşe dil ile başlar, önce dili düzeltirdim. Dil düzgün olmazsa kelimeler düşünceyi düzgün anlatamaz. Düşünceler iyi anlatılmazsa, yapılması gereken şeyler iyi yapılmaz. Gereken yapılmazsa ahlak ve kültür bozulur. Ahlak ve kültür bozulursa adalet yolunu şaşırır. Adalet yanlış yola saparsa halk güçsüzlük ve şaşkınlık içine düşer. Ne yapacağını, işin nereye varacağını bilmez. Bu sebeple söylenen sözü doğru söylemeli. Hiçbir şey dil kadar mühim değildir.’

#İslamiyet
#Kavram
#Savaş
#İnanç