Geç kalmış olduk ama yine de bazı şeyleri hatırlamakta fayda var. Hacılarımız döndü dönüyor. Allah haclarını makbul eylesin. Ama hediye külfeti de onları bir hac külfeti kadar yoruyor. Ziyaretlerine gelecek belki yüz kişiye bir şeyler vermek zorundalar. Vermezlerse hacdan geldi de bir tespih bile getirmedi oluyor. Hediyeleşmek elbette güzel bir şey, İslam’ın bir edebi. Resulüllah Efendimiz (sa) ‘hediyeleşin ki, birbirinizi sevebilesiniz’ buyurur. Ama burada da dikkat çeken ifade, hediye verme değil
Geç kalmış olduk ama yine de bazı şeyleri hatırlamakta fayda var. Hacılarımız döndü dönüyor. Allah haclarını makbul eylesin. Ama hediye külfeti de onları bir hac külfeti kadar yoruyor. Ziyaretlerine gelecek belki yüz kişiye bir şeyler vermek zorundalar. Vermezlerse hacdan geldi de bir tespih bile getirmedi oluyor. Hediyeleşmek elbette güzel bir şey, İslam’ın bir edebi. Resulüllah Efendimiz (sa) ‘
hediyeleşin ki, birbirinizi sevebilesiniz
’ buyurur. Ama burada da dikkat çeken ifade, hediye verme değil hediyeleşmedir.
Bazı hacılarımız için hediye meselesi hac masrafı kadar bir külfet oluşturuyor. Hatta hacca gidecek kadar param var ama hediyenin altından kalkamayacağım için vaz geçtim diyenler bile oluyor. İşte bu, işin ifrat ve anormal noktasıdır.
Haccın en güzel hediyesi, helal parayla hacca gitmiş ve kul hakları hariç bütün günahlardan arınmış olarak dönen nur yüzlü hacının bizatihi kendisidir. Başka hiçbir şey getirmese bile kendisinin gelmiş olması yeter. Samimi dostları buna incik boncuktan daha çok sevinirler. Ama biraz imkânı varsa o zaman da getireceği en güzel hediye zemzem ve hurmadır. Hurma bile tartışılabilir. Çünkü o da burada yeterince var. Hadi Nurlu Medine hatırına oradan alışveriş yapılsın ve bir miktar da tadımlık hurma getirsin. Fakat benim hurmam seninkini döver havasına girip oradan da İsrail hurmaları getirenlerinki de tam bir fecaat.
Bunun dışındaki hemen her şeyin ne hacla ne de o beldelerle bir alakası var. Şimdilerde ana hediye kalemini oluşturan seccade, tespih ve takkelerin neredeyse tamamı Çin malı. Böyle olmasa da bunlar ne oraların hatırası, ne de İslam’ın bir sembolü. Resulüllah’ın ya da sahabe efendilerimizin tespih, takke ya da seccade kullandıklarına dair bir tek rivayet bulabilir misiniz? Kullanılmasının caiz olup olmaması ayrı bir şey. Eh, kullanmak isteyen kullansın denecek kadar bir genişliğin olduğunu da söyleyebiliriz. Yani kullananlara da ta’n etmemek lazım. Tespihle ilgi sahabeden iki tek olay hatırlıyorum. Birisi Hz. Aişe annemizin bir ipliğe düğüm atıp, namaz sonrası zikirlerini onunla sayması. Ama Efendimiz onu uyarmış ve ‘
parmaklarınla say ki, sonra sana şahitlik etsinler
’ buyurmuş. Yani onun yaptığına bir daha böyle yapma dememiş ama tercihini de belirtmiş. İkinci bir olay, yine sahabeden birisinin tespihleri küçük çakıl taşlarıyla sayması üzerine sanırım Abdullah bin Abbas’ın, ‘
ne o, günahlarını mı sayıyorsun
’ diyerek yaptığının hoş olmadığını ona bildirmesi.
Seccadeye gelince, fıkıh kitaplarımız bunu tartışır ve en nihayet caiz olabileceğini söylerler. Yani namazın farz, vacip, sünnet, ya da edebinden değil. Mekân itibariyle yerler çok temiz değilse bir temiz bez parçası konabilir diyecek kadar bir şey. Çünkü esas olan yere secde etmek, topraklanmak. Necip Fazıl’ın dediği gibi: ‘İşte iz, geliniz, toprak post, Allah dost’.
Takkeye gelince, sarığı öven sahih bir hadis bulunmamakla beraber Efendimiz sarık giymiş ve bilahare sarık İslam’ın şiarı, sembol giysisi haline gelmiş. Bu sebeple sarığın mutlaka korunması ve savunulması gerekir. Bunda şüphe yok. Ama sadece namaz için değil, Müslümanlar onunla gezmişler, namaz vakti gelince de onunla namazlarını kılmışlar. Yani sarık bir heybet, görkem, ziynet ve temsil sembolü olmuş. Bu özelliklerle yapabilen, bir sünneti icra etmiş sayılır. Çünkü Allah, Kuranıkerim’de ‘
her namazda ziynetlerinizi takının
’ buyurur. Eğer sarık da böyle bir ziynet olabilmişse sarıkla namaz kılma Kuranıkerim’e de uygun olur. Ama bir görkem ve ziynet olmaktan çıktığı, hatta içi boşaltılıp, bir küçümseme aracına dönüştürüldüğü yerlerde bu da tartışılır olmalı. Ya da tekrar içini dolduracaksınız. İran mollalarının Şialığına, mezhepçiliğine, ifratlarına haklı olarak kızıyoruz, ama İran’da sarıklı bir molla saygın bir kişidir. Ne o sarığını giyerken bir eziklik hisseder, ne de onu görenler onun bu halini küçümserler. Aksine saygı duyarlar.
Takke ise bunlardan hiç biri değil. Dolayısıyla o da bir hac hediyesi olmaya layık görülemez.
Peki, hac hediyeleri içerisinde geriye ne kaldı? Yine Zemzem ve hurma.
Hadi buna misvakı da ekleyelim. Bunun dışındakiler incik boncuktan ibaret ve haccı zorlaştırmaktan başka bir işe yaramaz. Ticari açıdan da bu makul bir davranış değil.
Hacıları ziyaret edenler de külfetli olmamalı ve zemzemini içip, hurmasını yedikten sonra, beklemeden ‘
Allah kabul buyursun, bizlere de nasip etsin
’ deyip ayrılmalı.
Bizim memleketimizde eskiden bir de yemek yedirme âdeti vardı. Altmışların başında amcam hacca gittiği zaman, gelmesine on gün kala yığılan makarnaları, pirinci vesaireyi hatırlarım. Tam bir düğün hazırlığı gibi. Bu da haccı zorlaştıran hususlardan biridir. Allah’tan ki, hacdan daha önemli olan namaz ibadetini yapanlardan böyle bir hediye beklenmiyor.
Son olarak sevgili dost Prof. Dr. Cafer Karataş’ın bayram esprisi ile bitirelim: Bayramı geçti, teşrik tekbirlerinden sonra namazları unutmayalım.