Şimdi, dini bir bedene benzetirsek; onun iman ve akide boyutu kemik iskelete tekabül edebilir. O olmadıkça beden olmaz, iskelet sakat olursa insan ayakta duramaz. Eti, yağı ve kasları da dinin amel boyutuna benzetebiliriz. İman olmadan amel işe yaramaz, amel olmadan da iman tam olmaz. Bunun için; ne kadar imanın varsa o kadar amelin vardır diyen Eş’arî anlayışı çok anlamlıdır.
Bir başka açıdan iskelet, dinin hukuk boyutuna da benzetilebilir.
Dinin ahlaki boyutunu da bedendeki kana benzetebiliriz. O, etin, kasın ve yağın her hücresiyle alakalıdır. Kan ulaşmadan bunlar beslenemezler. Kan bozuk olur ya da mikrop kaparsa bundan vücudun bütünü zarar görür. Bugün bu ahlak eğitimi alanına tasavvuf denmektedir.
Ayrıca, kafayı akla, gözleri cihada, kalbi zikir ve tefekküre benzetebiliriz. Vücudun başka organları da başka açılardan bu benzetmeye katılabilir.
Bedenin bütün organları, kanı, eti, kemiği arasında bir denge olmazsa anomali bir durum ortaya çıkar ve sonuç marazi/patolojik sayılır.
Bize bunları şu andaki din anlayışlarında yaşanan parçalanmışlık ve dengesizlik hatırlattı. Peki, bu denge bozulursa ne olur?
Akidenin gereğinden fazla bir kelam felsefesine dönüştürüldüğünü ve dinin bunun üzerinden anlatıldığını düşünelim. Kemikler büyür, sertleşir ve ameli, yani eti yağı kası devreden çıkarırsa sağlıklı bir beden olabilir mi? Aynı şekilde sağlam bir akide üzerine oturmayan amel ne kadar çok olursa olsun, et yığınından ibaret kalır ve yere yığılıp çürümez mi?
Sahihini sakimini ayırmadan tasavvufun her şey olarak görüldüğünü ve günümüzde bazılarının yaptığı gibi, dinin kendi tasavvuf anlayışları üzerinden yeniden yapılandırıldığını düşünelim. Bedenin kan hastalığına yakalanıp çürümemesi düşünülebilir mi? Oysa o da akide ve amele bağlı olarak gereği kadar ve gerektiği şekilde bulunmalıdır.
Aynı şekilde sadece kalbe, yani bugün zikir denince anlaşılan şeye ağırlık verir ve dini bununla anlamaya ve anlatmaya çalışırsak kalp şişer, göğsümüz daralır, artık nefes alamayız. Bütün himmetimizi gözlere verir ve yerli yersiz cihat cihat dersek, bu defa da gözler büyür, İslam bir hortlak haline gelir, insanları korkutur.
Bu bedeni bir toplum olarak da düşünebiliriz. Sahabe toplumunda olduğu gibi bütününde bu denge korunmalıdır. Oysa o örnek toplumda da birey olarak bugün sufilik denen şeyi sonuna kadar yaşayan Ashab-ı suffe ve Suheyb er-Rumî gibi insanlar, Halit bin Velit gibi mücahitler, ey Allah’ın resulü, benim aklım bunu almıyor diyenler de vardı. Yani bu bütün içerisinde sufimeşrep olanlar da, aşırı heyecanlı mücahitler de, aklını önde tutanlar da vardı ama bütün olarak İslam’ı ve İslam toplumunu onlar değil, hulefa-i raşidin ve Abdullahlar gibi âlim sahabîler temsil ediyordu. Din bize böylelerinin anladığı ve uyguladığı nizam olarak geldi.
BIST isim ve logosu "Koruma Marka Belgesi" altında korunmakta olup izinsiz kullanılamaz, iktibas edilemez, değiştirilemez. BIST ismi altında açıklanan tüm bilgilerin telif hakları tamamen BIST'e ait olup, tekrar yayınlanamaz. Piyasa verileri iDealdata Finansal Teknolojiler A.Ş. tarafından sağlanmaktadır. BİST hisse verileri 15 dakika gecikmelidir.