Umudunu kesme!

04:003/12/2017, Pazar
G: 18/09/2019, Çarşamba
Erol Göka

“Çıkış yolu olmayan durumların üzerinde yer alan bir köprü” benzetmesi (Maria Zambrano), umudun güzel anlatımlarından biri. “Köprüde, göz olarak da adlandırabileceğimiz kemerler vardır. Kemerler, birbirlerini taşır ve geçişe izin verir, yapıyı açık kılarlar. Bir köprünün gözlerinin arasından gördüklerimiz, birbirinden kopuk ve derli toplu durur: Örneğin bir parça toprak, gökyüzü ve seçkin taşlar görürüz… Umudun kendi adımları ve kendini gösteren ve gören gözleri vardır. Keşfedip ifşa ettikleri için

“Çıkış yolu olmayan durumların üzerinde yer alan bir köprü” benzetmesi (Maria Zambrano), umudun güzel anlatımlarından biri. “Köprüde, göz olarak da adlandırabileceğimiz kemerler vardır. Kemerler, birbirlerini taşır ve geçişe izin verir, yapıyı açık kılarlar. Bir köprünün gözlerinin arasından gördüklerimiz, birbirinden kopuk ve derli toplu durur: Örneğin bir parça toprak, gökyüzü ve seçkin taşlar görürüz… Umudun kendi adımları ve kendini gösteren ve gören gözleri vardır. Keşfedip ifşa ettikleri için seçkin gözlerdir onlar. Ve umudun gözlerinden görüldüğü takdirde, başkalarının gözünden görülen de kendine has anlamıyla, hatta kendine has bir biçim ve imgeyle ifşa olur… Böylelikle, duygu, düşünce, arzu seli umudun kemerleriyle ayrılır; öyle ki daha sonra, insanın üzerinde yürüyebileceği, geniş ve hükmedilmiş akıntıya akabilsinler. Nitekim insan, umudu sayesinde ve umudunun eseri olarak, imkânsız bir şey yapabilir: İçindeki kargaşanın, üzerinden geçen zamanın üstünden yürüyebilir ve bir anlamda yükselip kendi derinliğinin üstünde tutunabilir.”


İnsan muhayyel bir geleceğe doğru yürür hep. Depresyona girip varoluşu geçmişe çökelmediği ve aklı başında kaldığı sürece zamanı adımlar. Şimdiki zaman dahi geleceği tanzim etmemize yarar en çok. Yani şimdi de bile bir ayağımız gelecektedir. Tasarlar, planlar, hayaller kurar dururuz. Pascal, “hiçbir zaman yaşamayız ama yaşamayı umarız” derken haksız sayılmaz. Umutlanmak, henüz doğmamış, gerçekleşmemiş, ortaya çıkmamış olana, çaresizliğe kapılmadan hazırlıklı olmak demektir.

Nasıl arzulanan, talep edilen herşey bittikten sonra geri kalan şey gerçek arzu ise, hakiki umut da tüm umutlar boş çıktıktan sonra geriye kalandır. Bu yüzden umut ile umutsuzluk sürekli olarak birbirileriyle ilişki içindedir. Umutsuzluk, tüm umutların tükenmesi değil şu anda içimizdeki umut rüzgârının esintisinin hissedilmemesi manasına gelir. Böyle bakıldığında umut kıvılcımlarının asla tam olarak bizi terk etmediği, tamamen tükendik dediğimiz bir anda yeniden alevlenivereceği anlaşılır. Sanki umut, insanın kendisini sevmesi gibidir, kendimizi sevip saygı duyduğumuz sürece umut akışı sürer, günlük umutlanmalar, bu akışın kendisini ifade ettiği somutlaştığı hallerdir. Umut, bizim henüz göremediğimiz, şimdi daha gerçekleşmemiş olanı bir anda görüverir ve bize de ikna edici bir biçimde gösterir. Öyle ki “umut ediyorum o halde yaşıyorum” ya da “yaşıyorum o halde umut ediyorum” desek yeridir.

Bakmayın böyle konuşup durduğumuza, henüz umudun tam olarak ne olduğu konusunda bile bir fikir birliğimiz yok; onun bir his, bir duygu olduğunu söyleyen de var bir durum, bir hal, bir inançtır diyen de. Evet, umut bir arzu türü o kesin ama belli bir hisle ve duyguyla tarif edilemeyecek kadar da karışık. Belli bir his yaşantısı içinde olmadan da insan umut besleyebilir. Umut, en çok vaat ve niyete benziyor, bir histen ziyade bir eğilimi andırıyor. İnsanın potansiyellerini göreve hazır biçimde tetikte tutan bir eğilim… Umuda eğilim olarak bakmak onu alışkanlık haline getirilmiş bir erdem gibi görmemizi gerektiriyor. Belli olaylar ve durumlarda ortaya çıkan gelip geçici bir yaşantı değil, hayat şekli, alışkanlık halini almış, sürekli yinelenen bir erdem…

Terry Eagleton, Oxford’lu filozof Gilbert Ryle’ın, bir meslektaşının, okurlarının sonraki kitabını görmeyi ne zaman umabilecekleri sorusuna, “istediğiniz zaman umabilirsiniz” diye cevap verdiğinden bahisle umudun iradi olup olmadığı, yani dilediğimiz zaman umutlanıp umutlanamayacağımız sorusunu tartışmaya açar. “Umuyorum”, “umutluyum” diyen herkesi o sırada bir umut yaşantısı veya eğilimi içinde görmemek gerekir. “Kişi şiddetli bir huzursuzluk içinde olduğu konusunda yanılmazken, gerçek umutlar beslediği konusunda yanılabilir.” Umut, insanın iradesiyle bile isteye karar verebileceği seçeneklerden bir seçenek değil, asla tamamen denetimimizde olmayan bir arzulama şekli. Ama böyle söylemek umudun öğretilemez ya da aktarılamaz olduğu manasına gelmiyor. İnsanların, toplulukların umut potansiyelleri, umutlulukları yetişme tarzı ve inançları tarafından belirleniyor.

“Umut ve inanç”, bambaşka bir bahis… Ama içinde yaşadığımız, nefes alıp verdiğimiz inanç manzumesinin umutluluğumuzda büyük rol oynadığını şimdilik şuraya kaydedelim. Her daim Allah’a güvenilmesi ve Allah’tan umut kesilmemesi gerektiği, umudun garantisinin sonsuz ilim ve kudret sahibi Allah olduğu defalarca vurgulanan bir Kitaba sahibi olan müslümanların hayli umutlu olmaları beklenir bu durumda. O inançla dünya hayatında karşılaştıkları sıkıntılara karşı sabrettikleri, Allah’ın kendilerine bir ferahlık sağlayacağını, yaptıkları iyi eylemlerin karşılığını hem bu dünyada hem ahrette görmeyi umarak yaşadıkları düşünülür. Tövbeleri kabul edildiğinde Allah’ın kendilerini bağışlayacağı da umutlarına dâhil olduğundan, yeterince titizlenerek ama asla neşe ve şevki elden bırakmadan çalışıp çabaladıkları hayal edilir.

#Maria Zambrano
#Umut
#Köprü