Tamam, bizde aile güçlü ama…

04:005/10/2017, Perşembe
G: 18/09/2019, Çarşamba
Erol Göka

Günümüz Batı toplumunda aile yaşamının keskin bir şekilde değişmesinin sonuçlarından birisi de “ölüm ayırana dek tek-eşli evlilik” rüyasının bittiğine inanılması. Güvenilir bir uzman (Paul Verhaeghe), Batıda ailenin yerini “seri monogami” aldı diyor. Batı toplumunda şimdi “çift” dendiğinde kendi cinsinden olanlarla birlikte olmayı ve yaşamayı tercih edenlerin de kastedildiğini, enteresan biçimde onların evliliği daha çok isteyip savunduklarını belirtiyor. Ölümsüz aşkların yerine artık “bir süreliğine”

Günümüz Batı toplumunda aile yaşamının keskin bir şekilde değişmesinin sonuçlarından birisi de “ölüm ayırana dek tek-eşli evlilik” rüyasının bittiğine inanılması. Güvenilir bir uzman (Paul Verhaeghe), Batıda ailenin yerini “seri monogami” aldı diyor. Batı toplumunda şimdi “çift” dendiğinde kendi cinsinden olanlarla birlikte olmayı ve yaşamayı tercih edenlerin de kastedildiğini, enteresan biçimde onların evliliği daha çok isteyip savunduklarını belirtiyor. Ölümsüz aşkların yerine artık “bir süreliğine” ya da “sürdüğü kadar” ilişkilerin aldığını, “eş” olmayı niteleyen sözlerin pek kullanılmadığını, onların yerine “partnerim”in tercih edildiğini söylüyor. Batıda “ölüm ayırana dek tek-eşli evlilik” rüyası bitti belki ama evli olma fikri hala etkisini sürdürüyor. Kalıcı sevgililik, ulaşmanın imkânsız olduğu görüldükçe daha derinden arzulanıyor. Bu durumdan, romantizmin bitişinden pek memnun olan yok. İnsanlar bir depremin ardından sağa sola koşuşturuyorlar. Tek-eşliliğin yerine yeni bir birlikte olma biçimi arıyorlar ama henüz bulabilmiş değiller.


Geleneksel dünyada insanlar, çok kısa bir çocukluk döneminden sonra buluğla birlikte yetişkin toplumun üyesi olurlar, önce ekonomik hayata, sonra çoluk çocuğa karışırlar, çoğunlukla otuzlu yaşlarında ömürlerini tamamlarlardı. Modern zamanlarla birlikte hijyenin ve tıbbi teknolojilerin katkılarıyla insan ömrü tarihte hiç görülmedik biçimde uzadı. Ekonomik ve toplumsal hayatta eşi benzeri görülmedik değişiklikler ortaya çıktı. Eğitim yaşı, dolayısıyla gençlerin ekonomik olarak ailelerine bağımlılık süresi giderek arttı. Sonuçta “çocukluk”, “gençlik” ve “yaşlılık” sadece insan ömrünün evreleri değil fakat aynı zamanda farklı toplumsal kategoriler olarak karşımıza geldiler. Çocuklar ve gençler, tüketim toplumunun, markaların, teknolojik yeniliklerin hedef kitlesi oldular.

Görünüşte ideolojik ve totaliter bir dünya yok. Ama baktığınız her yerde günden güne evrenselleşen, erkekler ve kadınlar arasındaki ilişki üzerinde dünya çapında normlar ve kurallar empoze eden totaliter bir rejimin izlerini, reklam endüstrisinin ve medyanın gücünü. Bu öylesine tuhaf bir totalitarizm ki, sınır tanımıyor, ekonomik başarı dışında herhangi bir kurala bağlı kalmıyor. Reklamcılık ve medya sayesinde ortaya çıkan bu sözüm ona insanlığın yeni vicdanından hep tüketim emri yükseliyor. Her gün yeni ürünler tıka basa çevremizi sarıyor ama biz adeta varlık içinde yokluk çekiyoruz. Sadece bu ürünlere ulaşamayan yoksullar değil, her şeye sahip olma gücünü elinde bulunduranlar bile tüketirken yeterince haz almıyor. Alkol ve madde bağımlılığının dünyanın en büyük dertlerinden birisi haline gelmesinde tüketimden haz alınamayışının rolü olduğu kesin. Karşınızdaki sayısız tüketim nesnesi, arzunun canına ot tıkıyor. Tüketim toplumu en çok da çocukların ne istedikleri üzerine kuruluyor. Her yerden “çocuklarınız şunu istiyor, çocuklarınız için en iyisi şu!” vs. türü sesler duyuluyor. Bu seslerle sadece bizi değil çocuklarımızı ve gençlerimizi de can evlerinden vuruyorlar.

Yaşadığımız zamanların en tipik özelliklerinden birisi, dünya nüfusu, giderek yaşlanması. Yaşlıların yepyeni bir toplumsal kategori halini alması, birçok yeni sorunu birlikte getiriyor. Yoksul ve hasta yaşlılara bakım meselesi tüm hükümetlerin derdi. Ama bir yandan da sermaye piyasalarını ve gücü, yaşlıların ellerinde tutması, kimilerinin yaşlı iktidarından yani “gerontokrasi”den bahsetmesine neden oluyor. Para da güç de yaşlılar da olabilir ama yaşlılar, tarihteki gerçek güçlerini, geleneksel ailelerdeki bilgelik kaynağı olma işlevini çoktan yitirdiler.

İçinde yaşadığımız dünya-resminin ailelerimize, ilişkilerimize ait parçasından görülen bazı manzaraları anlatmaya devam edeceğim ama içimden bir ses “biraz ara ver” diyor. Biliyorum bazılarınız “Hocam iyi hoş diyorsun da bu söylediklerinin bizimle ne ilgisi var?” diye itiraz ediyorsunuz. Haklısınız da. Anlatmaya çalıştığım tablo daha çok Batılı hayat tarzı için geçerli. Lakin kanaatimce ülkemiz ve İslam dünyası da bu değişimlerden münezzeh değil.

Türkiye’de, hem oldukça geç bir zamanda modernleşme treninin son vagonlarından birine güçlükle atlayabilmiş hem de köklü bir İslam uygarlığı yaşantısına ve mirasına sahip olan bir coğrafyada da bu söylediklerimiz geçerli ama elbette biraz farklı ve kendine özgü bir biçimde. Sorunlarımız da imkânlarımız da diğer kültürel coğrafyalardan oldukça değişik. Biz görmemek için ne kadar ısrar edersek edelim bugün Batı toplumunda olup bitenler, hızla dünyanın diğer taraflarına da yayılacak, bize de hızla gelecekler (hala gelmedilerse!). Gidişat açıkça bunu gösteriyor. Henüz ülkemizdeki mahremiyet dönüşümü çok fazla bilimsel araştırmaya konu olmadı ama medyaya yansıyan olaylar ve ruh sağlığı profesyonelleri olarak bizim insanlardan dinlediğimiz öyküler, aklın havsalanın sınırlarını zorluyor. Güvenimizi gerçekler karşısında sınamamız, sızlanmaya bırakıp bu yeni duruma hazırlanmak lazım.

#Türkiye
#Aile