Osmanlı Devleti Birinci Dünya Savaşı’nın tüm cephelerinde mağlup olur. 30 Ekim 1918’de Mondros Ateşkes Antlaşması’yla mağlubiyet resmiyet kazanır. Kısa süre sonra düşman askerleri İstanbul’a ulaşır. 16 Mart 1920’de, Osmanlı Cihan Devleti’nin, Türklerin Başkenti İstanbul resmi olarak da işgal edilir.
Yunanlılar, galiplerin Anadolu’da kendilerine sunduğu fırsatı değerlendirememiş, açgözlülükleri nedeniyle Ege’nin ötesine geçmiş, Kurtuluş Savaşı’yla Ege Denizi’ne dökülmüşlerdir.
Bugün Ortadoğu adı verilen coğrafyaya son şeklini vermenin zamanı artık gelmiştir.
24 Temmuz 1923’de, savaşın galipleri ile Ankara Hükümeti arasında Lozan Antlaşması imzalanır.
6 Ekim 1923’de İngilizler İstanbul’un işgaline son verirler.
23 gün sonra, 29 Ekim 1923’de Cumhuriyet ilan edilir.
Bölgeyi paylaşmak ve kontrol altında tutmak için yapılan gizli Sykes-Picot Antlaşması artık tamamen şekillenmiştir. Batum’dan Selanik’e, Sana’dan Kırım’a kadar haritalar çizilmiş, yönetimler teşekkül ettirilmiştir.
Mondros’tan bugüne, 99 yıldır, hem ülkemizde, hem de bölgemizde yaşanan krizlerin tamamı, bu harita tasarımının ve idari teşekkülün sürekli iltihaplanmasından ve iltihaplara yapılan operasyonlardan başka bir şey değildir.
Zaman zaman küçük şekil değiştirmeler, düzeltmeler, tashihler olsa da, düzen, İsrail Devleti’ni muhafaza etmek, Müslümanları Kudüs’ten uzakta tutmak, Ortadoğu zenginliğini sömürmek ve Müslümanların ayağa kalkmasını önlemek üzere kurulmuştur.
Bölgede kurgulanmış düzeni muhafaza etmek adına diktatörler kollanmıştır.
Terör örgütlerine, terör eylemlerine, iç çatışmalara, savaşlara, yoksulluğa, sömürüye, zulme hep kurulu düzeni korumak adına göz yumulmuş, alan açılmış, destek sağlanmıştır.
Bu 99 yıl içinde, bölgedeki hemen her askeri darbe, kurulu düzeni, statükoyu tahkim etmek adına yapılmıştır.
Kudüs’ün statüsü değişmediği, İsrail tehdit edilmediği, petrolün Batı’ya akışı aksamadığı müddetçe, Müslümanların ezilmesinde, sömürülmesinde, ölmesinde hiçbir beis yoktur.
Kurulu düzeni tehdit ediyorsa, insan haklarının, demokrasinin, milli iradenin, demokratik muhalefetin, ifade ve basın özgürlüğünün, kısacası Batılı değerlerin hiçbir anlamı da, hiçbir hükmü de yoktur.
Türkiye’nin 94 yıllık kısa tarihini Lozan şekillendirdi. Dış politika, ekonomi politikaları, güvenlik politikaları hep Lozan çerçevesinde kontrol altında tutuldu. Türkiye’nin modernleşmesi hep Lozan’la, yani statükoyla uyumlu ilerledi.
Kendi başına hareket eden, kendi kendini idare eden bir Türkiye demek, Lozan ruhunun ölmesi, statükonun bozulması demekti; buna izin verilmedi.
Türkiye ne zaman rayından çıksa, yolundan sapsa, iddia sahibi olsa, ne zaman prangalarından kurtulmak için hamle yapsa, karşısında Lozan’ın, statükonun ruhunu buldu.
Girişilen her darbenin tek nedeni vardı: Lozan’ı, yani statükoyu tahkim etmek.
Merhum Menderes, ezanı aslına tahvil ettiği, ekonomiyi büyüttüğü, dış politikada bağımsızlık arayışına girdiği, milletiyle sarsılmaz bir muhabbet kurduğu için Lozan’ın ruhunu rahatsız etti; onun için kendi ruhunu teslim etmek zorunda kaldı.
27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül, 28 Şubat… Hepsi de kontrolden çıkan Türkiye’yi kontrol altına almak, Lozan’ın ruhunu korumak, Lozan’ı tahkim etmek, statükoyu yaşatmak adına yapıldı.
Cumhuriyet tarihimizin en çok kullanılan kavramlarından olan “İrtica”ı “Şeriatın gelmesi” olarak, “geriye gidiş” olarak okuyanlar yanılırlar; irtica, Lozan’ın, yani statükonun sorgulanması demekti.
Gavur’un Türkiye’ye biçtiği elbise millete dar geliyordu.
Onun için Menderes kazanıyor, Özal kazanıyordu.
3 Kasım 2002’de, Lozan’ın 79’uncu yılında, millet, AK Parti’yi iktidara taşıyarak, Recep Tayyip Erdoğan’ı kendisine lider seçerek, bir kez daha kendisine dar gelen elbiseye isyan etti, cendereyi kırma girişiminde bulundu. Millet, Anadolu İhtilali’nin en sağlam adımını attı.
Recep Tayyip Erdoğan, ekonomideki istikrarsızlığa son verdi, tezgahları bozdu. Türkiye ekonomisi rekor seviyelerde büyüdü, faizler rekor seviyelerde düştü, ihracat, üretim, yatırım, istihdam arttı. Türkiye ekonomisi şaha kalktı.
Ekonomideki büyüme, Lozan ruhuna, statükoya vurulan ağır bir darbeydi.
Türkiye onurlu, kararlı ve cesur bir dış politikaya kavuştu. Lozan ruhu bundan hazzetmiyordu.
Demokrasinin standartları yükseliyor, özgürlükler genişliyor, bu da Türkiye’de sanal fay hatlarını ortadan kaldırıyordu. Bu da Lozan anlayışına aykırıydı.
Recep Tayyip Erdoğan, Kürt meselesinin çözümü için gövdesini ortaya koydu. Kürt meselesinin çözümü demek, PKK terörünün bitmesi demek, Lozan ruhunun tükenmesi demekti.
Daha fazlasını yaptı Recep Tayyip Erdoğan…
Dünya 5’ten büyüktür diyerek uluslararası sistemi sorgulamaya başladı.
Filistin meselesini dilinden ve gönlünden düşürmedi.
İsrail’in zulmüne zulüm, Batı’nın çifte standartlarına dobra dobra iki yüzlülük dedi.
Daha da ileriye gitti…
Savunma sanayiini büyüttü; uçak, gemi, denizaltı, tank, helikopter, füze, uydu, silah imal eden bir Türkiye inşa etti.
TİKA, THY, Anadolu Ajansı, Kızılay, AFAD, Diyanet, Yunus Emre Enstitüleri gibi kurumlarla dünyaya, mazlumlara el uzattı.
Dünyanın her yerinde zalimin karşısında durdu, mazlumun yanında oldu, 4 milyon Suriyeliye en zor zamanlarında kol kanat gerdi.
Birinci Dünya Savaşı’nı, 100. Yıldönümünde sorguladı, Çanakkale şehitlerimizi anma törenlerini dünyaya yaydı, Kut-ül Amare savaşını hatırladı, hatırlattı.
Statükonun ruhu adeta can çekişiyordu artık.
Türkiye üzerine dar gelen elbiseyi parçalıyor, kabuğunu kırıyor; Türkiye “kontrolden” çıkıyor, Lozan için, statüko için tehlike çanları çalıyordu.
Bir şeyler yapmalıydı artık.
Osmanlı’nın ve Türklerin kalbi İstanbul’u ele geçirinceye kadar çok zayiat vermişti İngiltere. Çanakkale’de hezimet yaşamış, Kut-ül Amare’de Büyük Britanya tarihinin en hazin yenilgisini almıştı.
1923’de, Lozan’ı imzalattıktan sonra, İstanbul’dan giderken, sık sık geri gelmemek için elbette tedbirlerini de alacaktı.
Lozan’ı imzalayan CHP, adeta celladına aşık olmuş, kerhen imzaladığı başarısız Antlaşma’ya aşkla tutunmuştu. Statükoyu korumak, “irtica”a karşı durmak varoluş sebebiydi CHP’nin.
Modernleşme karabasan gibi çöktü milletin üzerine. İslam, değerler, kutsallar birer birer saldırıya uğradı. Eğitimle yeni nesiller üretildi. Medyadan sanata, fikir dünyasından ekonomiye kadar her alanda “muhibler” yetiştirildi.
Yetmez, sistemin, devletin kılcal damarlarına ajanlar yerleştirildi.
Bu da yetmez, statüko için, emperyalizm için çatışacak terör örgütleri üretildi, Türkiye’nin başına bela haline getirildi.
Her seferinde Londra’dan, ya da sonraları Vaşington’dan müdahale etmeye gerek yoktu artık.
Her seferinde Lawrence’ler göndermeye gerek yoktu.
Statükonun içerdeki bekçileri, Türk görünümlü Lawrence’ler, asker görünümlü hainler, solcu görünümlü emperyalistler, dindar görünümlü Fetullahçılar, Gavur için gerektiğinde gerekeni yapıyorlardı.
Kontrolden çıkan Türkiye’yi yeniden kontrol altına alma zamanı gelmiş, geçiyordu…
Darbe senaryoları yazıldı. AK Parti ve Recep Tayyip Erdoğan senaryoları yırtıp attılar.
Muhtıralar geldikleri yere gönderildi.
Devletin en önemli kurumlarından MİT’in başına “yerli” bir müsteşar getirilmişti; statüko adına büyük tehditti ve derhal oradan uzaklaştırılması gerekiyordu. Statükonun içerdeki ajanları, hain Fetullahçılar tarafından yürütülen Operasyon başarısız oldu.
Yine Statükonun bekçisi Fetullahçılar tarafından organize edilen Gezi olayları anarşiye dönüştü. Ekonomiye, huzura, istikrara ağır bir saldırı yapıldı. Erdoğan bu tuzağı da bozdu.
17/25 Aralık’ta Erdoğan ve AK Parti’ye hukuk darbesi denendi. Bu tezgah da bozuldu.
Statükonun tüm bekçileri devreye alındı. Fetullahçılar, PKK, DHKP-C, DAİŞ, HDP, CHP, statüko medyası, uluslararası medya… Hepsi birden saldırdı. Erdoğan dik durdu; liderinin dik durduğunu gören Türkiye dik durdu.
Statüko tarafından, artık çok acil, çok sert bir tedbirin devreye alınması gerekiyordu. Akacak kanın önemi yoktu, statüko ne pahasına olursa olsun mutlaka galip gelmeliydi.
Cumhuriyet tarihinin en kanlı, en alçakça, en acımasız saldırısını yaptılar.
Milletin seçtiği, milletin sevgilisi, dünya lideri Recep Tayyip Erdoğan’a suikast girişiminde bulundular.
Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni bombaladılar.
Uçakları, helikopterleri, tankları, otomatik silahlarıyla ölüm saçtılar.
Milleti bir kez daha sindireceklerini zannediyorlardı. Türkiye’yi, bedeli ne olursa olsun, ne kadar kan akarsa aksın, kontrol altına almak, yeniden “rayına” yerleştirmek istiyorlardı.
Hesap etmedikleri şuydu: Millet, kısa Türkiye tarihini artık çok iyi biliyordu. Yapılan saldırının niye yapıldığını çok iyi anlıyordu.
Millet oyunu bozmakta kararlıydı. Millet, bağımsızlığını elde etmekte, işgalin karşısında durmakta hem kararlı, hem cesurdu.
Millet tecrübeliydi, öfkeliydi. Menderes’in akıbetini, yıllar sonra zor bulduğu, lideri Recep Tayyip Erdoğan’ın yaşamasına müsaade etmeyecekti.
Statükonun kazanmasına millet izin vermeyecekti.
249 evladını şehit verdi bu aziz millet; ama toprağını düşmana vermedi.
Darbenin uşakları Fetullahçılardı; Gavur tarafından, statükoyu korumaları için devlete yerleştirilmişlerdi.
Statükonun yılmaz bekçisi CHP, tarihi misyonuna ters düşmedi; 15 Temmuz sonrasında da statükonun yanında, darbecilerin safında yerini aldı.
PKK ve onun siyasi uzantısı HDP, sol/sosyalist maskeli emperyalizm maşası olarak elbette statükonun yanında duracaktı, öyle de yaptı.
ABD’den, Almanya’dan yapılan açıklamalar hiç sürpriz değil. İngiltere’nin suskunluğu, Avrupa’nın soğukluğu şaşırtıcı değil. Bölge diktatörlerinin, darbeci generallerin mutsuzluğu hiç garip değil. Hepsi de, statükonun mağlup olmasından dolayı büyük hayal kırıklığı yaşadılar.
Gavur, 1916’da Kut-ül Amare’den sonra ilk kez 15 Temmuz 2016’da mağlup oldu; yine Türkler önünde mağlup oldu. Hazmedebilmesi kolay değil.
15 Temmuz kanlı darbe girişimi, Sykes-Picot gizli antlaşmasından, Mondros’tan, İstanbul’un işgalinden ayrı okunamaz.
15 Temmuz kanlı darbe girişimi, Lozan’dan bağımsız okunamaz.
15 Temmuz, Lozan’ı tahkim etmek için, içerdeki hainler eliyle yapıldı. Milletin savunmasıyla, milletin yeni bir istiklal mücadelesiyle bu büyük işgal girişimi püskürtüldü.
Statüko elbette durmayacak, elbette vazgeçmeyecek; zor şekillendirdiği coğrafyaya elbette huzur, güvenlik, istikrar, refah ve bağımsızlık gelmesine göz yummayacak.
Biz de durmayacağız, vazgeçmeyeceğiz. 15 Temmuz’da en zoru atlattık, ayaklarımız üzerinde doğrulduk, asla diz çökmeyecek, boyun eğmeyeceğiz.
15 Temmuz akşamı kısa Türkiye tarihinde bir dönemin sonuna nokta koyan aziz millete selam olsun.
15 Temmuz’un kahramanlarına, tüm aziz şehitlerimize, gazilerimize selam olsun.
Korkmadık, korkmuyoruz…
Huzur için, refah için, adalet için, bağımsızlığımız için dim dik durmaya devam edeceğiz.
15 Temmuz, bu milletin şanlı direnişi, muhteşem zaferidir. Unutmayacak, unutturmayacağız.
BIST isim ve logosu "Koruma Marka Belgesi" altında korunmakta olup izinsiz kullanılamaz, iktibas edilemez, değiştirilemez. BIST ismi altında açıklanan tüm bilgilerin telif hakları tamamen BIST'e ait olup, tekrar yayınlanamaz. Piyasa verileri iDealdata Finansal Teknolojiler A.Ş. tarafından sağlanmaktadır. BİST hisse verileri 15 dakika gecikmelidir.